Salı, Temmuz 07, 2009

na zdrowie !




Hislerimin Aynası Blogum ,

07.07.07 Eymir.Bu tarih aklımda böyle kalmış Bülent Ersoy’un evlendiği gündür aynı zamanda)

İçinde su birikintisi olmayan bir şehir daha.Corvus,Roll House,Rembetiko ,7. Cadde hatta Mango Outlet bile paklamaz beni.Mogan yada Eymir’de değilsek boğuyor beni başkent.Tıpkı içinde 3 karış genişlikte foseptik çukuru edasıyla akan dillere destan Alleben’iyle “Ömür Törpüleyen Şehir “gibi.

Eymir klasiği ; bira,balık ekmek sonrası yenen, bencil çiftin tamamen kendi damak zevkleri doğrultusunda Liva’dan alınmış “pürenbuazlı” pasta.Anlamsız ama zoraki anlam yüklenmeye çalışılan bir kutlama,bencil çifte ait hiç bitmeyen kavga ve hepimize ait deklanşör sesleri…

Fakru zaruret içinde harap ve bitap düşmüş ruhlar,aşkın sevgiye dönüşmesinin normalliğini kabullenememiş ,adrenalin isteği ağır basmış,rotasını şaşırmış,dengesini kaybetmiş,nasıl olsa “o benim malım” mantığıyla relaks davranmış ve bazı sabahlara yanında başka kadınlarla uyanmış adamlar…

"kalbimde kalbine yok bile kinim
bence artik sen de herkes gibisin" "Nazım Hikmet"

Çocuk olmadan kadın olmuş,tenine yada bedenine ,kendi söz hakkı olmadan aldığı her türlü darbeyi kabullenmek zorunda kalmış ,”kadının yeri kocasının yanıdır” felsefesiyle yetiştirilmiş ,yeryüzüne gelişinin anlamını kavrayamamış,kendinde çekip gidecek gücü bulamamış bütün kadınlara yazıyorum bu yazımı,yurtdışında ,özelliklede Türkleri farklı boyutuyla tanıyan Almanya’da benim ısrarla maruz kaldığım bekaret,tecavüz ve namus cinayetleri sorularına,kızımın maruz kalmamasını umut ederek.

Endüstri devrimi olmamış , hava,su,çevre,gürültü ve bilumum kirliliklerin adı konmamış,hormonlu,yapay yiyeceklerle tanışmamış ,ardı arkası kesilmeyen, insan hayatını kolaylaştıran ama kısaltan,kalitesini artırdığı kadar da bozan teknolojik unsurlar icat edilememiş,doğa tahrip olmamış,insaoğlu pc başında yalnızlığına boğulmamış , aşklar sanal değil göz gözeyken,mevsimlerin yeri değişmemiş,su kaynakları kıt kaynaklar kategorisine henüz dahil olmamış, tabiat olaylarının hepsi kurulmuş saat gibi kendi zamanı ve mekanı dahilinde tıkır tıkır işlerken,biyolojik saatlerimiz bozulmamışken;yeryüzündeki bütün kadınlarının menstrual dönemi aynı güne,dolunay’a denk gelmekteydi.

Bu mucizevi dakiklik, tabi ki devam etmemekte, ama yinede kadınların menstrual dönemleri yine dolunay etrafında dalgalanmaktadır.
Sadece kadın değil ,bütün varlıkların halet-i ruhiyesi değişir ayın ışık topu gibi gökyüzünde parladığı bu zamanda .Canlılarda içten içe ona özenir; hareketsiz, statik bir hal alırlar,agresif, mutsuz hissederler kendilerini.

Er kişinin anlayamadığı ,” ayda bir dönemi”, dişinin de kendine daima sorun ettiği ,varlığı da ,yokluğu da dert bir zaman dilimidir.Ama yinede kirlenmek değildir adı , anne olabilmenin yegane koşuludur çünkü.Dayanıklılığımızın,hayatın zorluklarına direnmenin ,tutunmanın sembolüdür.En büyük yetenektir aylarca kendi içinde minicik bir canı taşıyabilmek,büyütebilmek.Annelik ,dişiye verilmiş bir kutsamadır aslında.Canından can var etmek annenin rejenerasyonu , anatomisi dahilindeki tüm doku ve hücrelerin baştan aşağı yenilenmesidir.

Menstruasyonun mucizeviliğini fark eden birçok kültür ve ritüel,kadın ve ay arasında korelasyon kurmuş ,farklı metalarla bunları ilişkilendirmiştir.Kızılderililerin çocukluktan ,genç kızlığa adım atılan günleri şölenlerle kutlaması ,Hindular perilerin şarabı yada zeka kanı olarak adlandırması da bundandır.

Dedelerimizin erken göçüp gitmesi, anneannelerimizin torunlarıyla daha uzun zaman dünya üzerinde vakit geçirebilmeleri,erkeğin çok yorulup kadının boş oturmasından değil , kadının benliğine armağan edilmiş dişiliğinin, gücündendir.
Dayanıklıdır kadın , acıya, yokluğa,fiziksel ve psikolojik baskı altında bile hayatını ve özelliklede çocuklarının hayatını idame ettirebilme yeteneğine sahiptir. Binbir acıyla yeni bir can yaratabilen bedeni kadar , ruhuda güçlüdür, başkaldırır hayata.

Kanunlar, yasalar aracılığıyla gücü elinden alınmaya, saklanmaya ,susmaya ,varlığından utanmaya itilse de kadının kuvveti ve kudreti engel tanımaz.

Yanlış öğrenilenler, gelenekçilik,”biz atamızdan dedemizden böyle gördük” zihniyeti , gelişmeyi,ilerlemeyi ve kadının adının yok sayılmasının sebebidir oysa.
Haksızlık görmek , mutsuzlukla tanışmak ,yanlış yapmak,üzmek,üzülmek , ayrılmak,boşanmak,doğum ve ölüm hepimizin tuvalinde,ruhumuzu zaman zaman karanlıklara boğan,benliğimizi siyahlara,grilere bürüyen,bizi kontrol edemediğimiz bir rüzgarla dik yamaçlara,sarp kayalıklara sürükleyen renklerdir.
Sadece yaşamının sürdürülebilirliği yada konforu için bir erkeğin himayesi altında olmak sadece kadının kendisine değil karşısındaki er kişiye de yaptığı bir haksızlıktır.

Kurallarını kendi koyarak yaşamayı başarabilen, tökezlese de kalkmayı becerebilen, ruhunu tekrar tekrar örseletmeyen , yaralarını gün be gün iyileştirebilen ,çekip gitmeyi,ardında bırakmayı, sıfırlamayı ,silmeyi, inatla ve azimle ;her seferinde daha büyük bir heyecanla yeniden yazabilen,bir homo sapiensin hissedebileceği bütün duyguları hayatına katmayı,sadece gözyaşıyla değil ,bakışı ,dokunuşu,sesiyle de iyileştirebilmeyi,küllerinden doğmayı , en az ağladığı kadar gülmeyi başarabilen ,kaderine razı olmayan,boyun eğmeyen,yeryüzünün engebeli dağlık arazisinde,keskin virajlarında,uçurum kenarlarında dahi kontrolü elden bırakmayan,kendi olmadığı gibi hemcinslerini de esir etmeyen,sevgiye ve aşka varlığını adamış kadınlardan olmak dileğiyle,kanamaya ve yaşamaya devam etmekten mutluyum, şimdilik bir başıma , özgürce …

Ey gönlüm.seni bütün kuytulardan kurtardım.
üzerinden tozları.
örümcekleri ve alacakaranlığı sildim.

Ey gönlüm.seni küçük utançtan ve
kuytular erdeminden arıttım. seni
güneşin önünde çıplak durmaya kandırdım.

Kabaran denizin üstünden estim“ruh” denen fırtınayla. bütün bulutları
üflüyerek kovdum ordan ”günah”denen boğucuyu bile boğdum .

Ey gönlüm.sana fırtına gibi “hayır” deme açık göğün evet demesi gibi
"Evet" deme hakkını verdim:
ışık gibi durgun durursun işte yadsıyan fırtınalar içinden geçersin.

Ey gönlüm.her türlü boyun eğmeyi ve diz kırmayı ve “Efendim”demeyi
elinden aldım.sana “Zorunluluğa boyun eğdiren” ve “Yazgı”
adlarını ben taktım.
“F.W. Nietzsche”

7 Temmuz'un Uyutmayan Ağırlığı




kaçtı gitti sevgili uykum düşünmekten.şu an uykusuzluktan o kadar sinirliyimki mortal kombattaki kitana olup suratına punch atasım yada sonia olup havada karnını tekmelemeyesim var.öc almak,intikam,nefret vb. duygular beslemiyordum hatta hiiiççç umrumda değildi,kaçıp saklanasım,ortadan kaybolasım vardı ama uykum kaçınca bende bildiğim bütün teknikleri uygulamaya karar verdim üstünde.hadi git artık,bende mis gibi uykuma balıklama bir dalış yapayım...