Perşembe, Temmuz 30, 2009




Çarşamba günü itibariyle ;kafamı pek meşgul hayatımı da son derece boş ve uçurum kenarında kılan istihdama dahil olabilme çabalarımın 3. aşamasını da atlatmış bulunuyorum.Klasik , diken üstünde bir mülakattan çok, karşımda oturan pek yakışıklı İK sorumlusuyla karşılıklı 1.5 saat bol kahkahalı bir sohbet gibiydi. İş yaşamında hayran olduğum 3 kadından 2 ‘si olan Güler Sabancı ve Arzuhan Doğan Yalçındağ’ dan,perakende sektöründe Türkiye genelinde marka dağılımından,ömrümün törpüsü şehirden,global ekonomik krizden,geçmişten ,gelecekten dem vurduk ve cidden çok güldük.

Döndür çevir tekrar aynısını sor ,kafasını karıştır,bakalım düşecek mi tarzı, çapraz sorularla beni yaylım ateşi altına alan,kişiliğimin envanter,muhasebe ve bilumum defter kayıtlarını tutmaya çalışan test sonucumda olumluysa ,4. hendeğe erişmiş bulunacağım.Sırası gelmişken çaresiz ,söylenecek söz bulunamayan zamanların kelimelerini sıralayabilirim şimdi;hayırlısı,kader,kısmet,nasip etc….

Artık hayatımın sonuna kadar bulaşık,ütü,ev işi,yemek vb. ev ve kadını ortak bir kümede kesiştiren hiçbir eylemi gerçekleştirmek istemiyorum.Radyoları yada yerel TV kanallarını arayıp canlı yayına katılan, Türk kızlarının icat ettiği yeni bir meslek dalı olan housegirl olma durumu fena boğdu beni.

Önceden yaptığımda ekstra bir durum olduğu için beğenilerini ,teşekkürlerle dile getiren aile bireyleri,şimdi birgün bir şeyi aksatsam surat asar hale geldiler.Bu zorunlu hissetme durumu da beni her zaman büyük bir zevkle yaptığım yemekler ve hazırladığım sofralardan koşar adım uzaklaşır hale getirdi.Ömrümün sonuna kadar reddediyorum ev ve kadın işleri kesişim kümesinin kapsamına girmeyi ….

Öyle bir zaman dilimi ki şu an yaşadığım hayatımdan her an çalıyor ama bana hiçbir şey katmıyor.Kapı eşiğinde durmak,arada kalmak,ait olmamak,hiçbir odada bulunmamak gibi….Araf işte bu;Ucu ve sonu bilinemeyen bekleme,duraklama ,dinlendirmeyen bir nadas dönemi….

Çok şey vardı aklımda aslında yazacak ,günlerdir ne çok şey oluyor güzel ülkemde…Ama benim aklım bir karış havada ,toparlayamıyorum cümleleri.3 G,Urumçi Türkleri,torunu yaşında kızla evlenen iş adamı,Kürt açılımı,domuz gribi söylentili Devlet bakanı,Mersin’de üst üste 2 kaza,Adli tıp skandalı…

Yaşasın Dumansız Hava Sahası : Bu iktidarın, beni mutlu kılan tek faaliyeti.Evet farkındayım ,belki çok adil değil,özgürlük kısıtlayıcı tamamen IV.Murat zihniyetiyle yapılmış gibi…Ama mutluyum ,hayatı boyunca her zaman sigaradan nefret etmiş,5 yaşından itibaren annesinin sigara paketlerini balkondan aşağı atmış,sigaralarını kırmış,annesi sigarayı yakar yakmaz yaygarayı basmış,ciyaklaması ve azmiyle annesini pes ettirmiş,kardeşini de eninde sonunda içmeyenlere dahil etmeye kararlı biri olarak ,çok mutluyum bu dumansız hava sahası olayından…

Akciğerleri sadece dışarıdan aldığı kadarıyla sigara dumanına maruz kalmış,en sevdiği teyzesi yanında ,sigarasını yaktığı an tayy-i mekan eden,sigara kokusuna tahammül edemeyen,asla ve asla sigara içen bir sevgili istemeyen ben ;yeryüzünde ki 25 yıllık varlığım süresince,ilk defa bir yasağa sırf adı yasak olduğu için uyuz olmamış,can-ı gönülden desteklemiş bulunmaktayım…

Son 2 hafta sonumun birini Ankara’da,birini de yaylada geçirdim.Beni her zaman çok bunaltan Ankara bu kez bana çok iyi geldi.Uzun zamandır görülmeyenler,on-line tanışılanlar ama hiç görülmemişler ve yeni insanlar….Efes Pilsen’de staj yapmak ve bira sevmemek tezatlığını bünyemde barındırmama rağmen,2 gün içinde fazlasıyla bira tüketmiş ,hatta 2. akşam bira üstü votkayla süper bir uyku çekmiş,bu kendinde olmama durumundan çoooookta keyif almış, en kısa zamanda, uygun ortam ve uygun kalabalık dahilinde tekrarlamayı planlamaktayım.

Salı, Temmuz 28, 2009

misss birgün saçlarının kokusunu gerçekten duyacak mıyım?



Belki güneş bi gün ikimiz için doğar
Belki korkuları hayallerimiz boğar
O masal günü gelinceye kadar
Susuyorum , susuyorum
Susadıkça yüzün düşer aklıma
Korkar oldum düşlemekten
Adını anarım çoğalır sesim
Konuşmaktan düşünmekten özlemekten

Gel bak bir elimde gökyüzü var hala
Ötekinde kayıp giden yıldızlar la la
Korkularda benim umutlarda
Beni bırakma...

Salı, Temmuz 21, 2009

görünmeyeni görünenden çıkar...



ÖSS tercihi yapacaklar gibi işte önümde 3 üniversitenin sosyal bilimler enstitüleri web sayfaları harıl harıl sorularımı yanıtlayacak bir bilgi arıyorum.Ön kayıt ,sınav,kesin kayıt tarihleri,harçlar,istenen belgeler,kontenjanlar,başvuru şartları,o kadar düzensiz,karışık ki bilgiler,hiçbir şey anlamadım.


Sırf yabancı dil sınavını geçemediği için akademik ünvanı harcanan yıllara rağmen inatla sabit kalan,hiyerarşi sıralamasında maalesef alt sıralarda yer alan hocalara istinaden ,günden güne değişen kanunlar,sonu gelmeyen kurallarla boğuşuyorum birkaç saattir.Tezli yüksek lisansta ÜDS puanı istiyor fakat tezsiz de istemiyor mu,çift yandal var mı,hangi bölüm mezunu hangi alanda yüksek lisans yapabiliyor,sorularıma cevap bulamadım,hatta bildiklerimin doğruluğundan kuşku duyar oldum.

Telefona sarılacağım mecburen.Hadi buradaki üniversiteye giderim ama diğer şehir çok uzak! Cismiyle ,canlı canlı karşısında duran öğrencilerin sorularına bile cevap vermeyen,konuşmaya tenezzül etmeyen,hiç meşgul olmadığı halde -müş gibi yapan, pek muhterem öğrenci işleri çalışanlarının insafına kalacağım işte,belki olur ya boş bir anına denk gelip,bir gaflette bulunup açarlarsa telefonu diye.

Ankara’da geçirdiğimiz 3 gün boyunca, her bulduğu fırsatta yanıma gelip muhakkak gitmelisin,bu deneyimi yaşamalısın,ilerde buna fırsatın olmayacak diye sürekli beni gaza getirmeye ,teşvik etmeye çalışan D’nin gazını gelmek ; dün gece ve bugün içimi kaplayan boşluk,aitsizlik duygusunu çekip giderek hayata geçirmek istiyorum.Sadece beni bunaltan bu şehirden değil ,bu topraktan gitmek,anadilimden uzaklaşmak,bilmediğim ve hiç anlamadığım dillerin konuşulduğu başka karalara ayak basma isteğim var.

Nobel Ekonomi Ödüllü Wassily Leontief ‘in kulaklarını çınlata çınlata çalıştığımız,kendimizi paralayarak öğrendiğimiz ,3. Dünya ülkeleriyle,zengin sanayi ülkeleri arasındaki dengesizliğe bile çözüm getirmiş, pek etkili analizi bile çözüm bulmuyor input,output dengesinin mümkün olamadığı hayatlara.

Kılıç kuşanmaya,karşı koymaya takatim yok gibi hissediyorum bugün,üstüme yığılan kocaman gerçeklerin arasından kalkacak gücü bulamadım bu saate kadar, bir “Görünmez El “de ben bekledim belki “Kara Perşembe” misali.Bana da mecburen A.Smith ve F.Quesnay belirsizliğini hala koruyan, her gün tekrarlatılarak beynimize kazınan liberalizm mottosu kaldı yüksek sesle tekrarlamak üzere: Laissez Faire, Laissez Passer…

Perşembe, Temmuz 16, 2009

Issız Adam'a ilk günden uyuzdum artık Örümcek Adam'da mevta benim için...




Guardını hiç düşürmemeliydin belki de.Kanatsız uçmayı denedin,bir süre uçtun,sonunda tepe üstü çakıldın işte. Biriktirdiklerini ,bir bir öğrendiklerini hiçe saydırdı bu çıplak duruş sana,belleğini devre dışı bıraktırdı.Fazla açık ,net olmak ,temkinli davranmamak yanlış adımlar attırdı,bir çizik daha attı,yaraladı zaten birçok kez teklemiş olan kalbini.

Yine de çok yüklenme kendine ,yaşamak bu işte;mutluluk kadar acıyı da iliklerinde hissedebilmek , hata üstüne hata yapmak,heyecana kaptırmak ruhunu ,beynini işlevsiz bırakıp ,hareket etmek.Kırılmalısın,üzülmelisin,bitkisel hayatta gibi hissetmelisin ki kendini; mutluluğun,iç rahatlığıyla gülebilmenin,dünyanın mutlu ve renkli yarısında koşabilmenin kıymetini bilesin.

Sen yine de metanetli ol, hayata bakışın değişmesin, yaşananlar ne olursa olsun umutsuz olma,gerçek sevgi bir gün seni bulacaktır.Duruşuna güven hayatta,kendi iç sesine kulak ver daima,yalan söyleyen,inciten insanlar yaşama sevincini söndürmesin.Bu onların zaferi olur.

Başkasının mutsuzluğuyla mutlu olan,bir damla göz yaşına kıyabilen,bin bir yalan söyleyen,duygularını kullanmaya çalışan ,sinsi davranan,”benim de bir haremim olsun” mantalitesini benimsemiş,kalbi ve hayatı dolu olan ama boşmuş gibi davranan,ne hissettiği her gün değişiyor gibi görünen ama aslında hiçbir şey hissetmeyen insanlardan uzak dur!

Bu berraklığın,doğruluğun ve sevme hevesinin farkına varamamış onlar. Yeni sayfalarda ,yeni hikayeler yazmak istemememiş, elini tutman için sana uzatma cesaretini gösterememiş,egoları ağır basmış,gerçeklere boğulmuş ,her adımı özgürlük kısıtlamak olarak algılamış ,maksimum sorgulamış insanlar.

Sarıp sarmalamak,ellerini ellerine kenetlemek,asla unutmak değil ama geçmişin, bugün ve gelecek üzerinde ki etkilerini silip sadece anıya dönüşmesini sağlamak,sevgiye boğulmak,en çokta gülmek istemişsin sen;öküz altında buzağı aramış, sadece boş zamanını doldurmuş,seni itmiş,kıyamam diye diye hırpalamış,incitmiş.Bunları yaparken de zerre kadar umurunda olmamış bir nefesi nasıl da soluksuz bıraktığı.

Senin farklı sandığın herkes gibiymiş,derin değil,sıradanmış,hissizmiş.Havaalanında ki karşılama seramonisi , hayal edilen danslar,çatı katı balkonunda içilen şaraplar,açılan mor çiçekler … Senin inandıkların onun gözünde sadece ütopik saçmalıklarmış ve bunlara inanmakta yapılabilecek en büyük aptallık.
Gerginlik anı senin bir an önce geçmesini istediğin,varlığına tahammül edemediğin birşeyken,onun üstüne uyuması gereken,canı istemediği için telefonlarını açmamasının sebebiymiş.

Uzak dur işte;hayatını anlamsızlaştırır onlar,yaşama sevincinden çalarlar,vakit kaybettirir,yüzüne bir çizgi daha ekler gün be gün,kalbini tekletir,mutsuzluğa iter seni.

Canın yansa ,uykuların kaçsa ,nefes boruna bir yumruk oturmuş ;ne öldürüyor ne rahat bir nefes aldırıyor gibi hissetsen de hep gülümse ,gözlerin çizgi haline gelsin ve bakan herkes şaşırsın nasıl böyle olabiliyor diye,dik dur,inadına gülümse,elmacık kemiklerin daha da belirginleşsin,yanakların gibi hayatında pembe olsun...

Senin dünyan dumanlarla kaplı , is rengi şimdi ama bir düşün ;hangi acı geçmez ki bu hayatta ,kimler unutulmaz ki …

Ozon tabakası,global ısınma,savaşlar,seller,depremler,ekonomik kriz,genetik kopyalama ,nano teknoloji derken çocukluğumuzdan beri sevdiğimiz ve inanmak istediğimiz,iyilerin dostu ,kötülerin düşmanı , süper kahramanlar ‘da evrim geçirdi ,artık onlar dünya ve insanların mutluluğu için değil,mutsuzluğu için çalışıyorlar.İnancımı yitirdim onlara.Kabul et ,onlarda herkes gibi insan işte,tuvalet ,duş,yemek,cinsellik vb. birçok ihtiyaçları var ,bize her ne kadar, bu sözde süper kahramanları yüceltmek adına bu yönleri gösterilmese de.

Ve sadede gelelim ,2 seçenek kalıyor geriye

1-Anneanne ve akranı çok görmüş,çok geçirmiş aile büyüklerinin sözlerine kulak ver; "Kendi sevdiğinle değil, seni sevenle birlikte ol".Yaşın henüz geçmemiş,bitli baklanın kör alıcısı bulunurken;Şöyle eş ,dost,akraba çevresinden,soyu sopu belli,ailesinin hali vakti yerinde,helal süt emmiş,görgülü,ay pek de terbiyeli,saygılı,diş hekimi,inşaat mühendisi,en azından bankacı biriyle vakit kaybetmeden baş göz ol.Evinin kadını,çocuklarının anası ol,pilav pişir,alt değiştir,saçını da süpürge et.Kadının hayatta ki yegane görevlerini yerini getir.Görücü usulü denen Türk toplumu gerçeğine sende boyun ey ve hatta kendi hayatın üzerinde uygulamalı olarak katkıda bulun...

2-Yaşamının son anına dek,1 ileri 3 geri giderek,kahkaha ve gözyaşını bir arada barındırabilen,kırılarak dökülerek,severek,sevilerek,damarlarında ki kanın aktığını,kalbinin bedeninden dışarı fırlayacakmış gibi attığını hissederek yaşa,yaşamın gökkuşağının bütün renklerine boyansın.O kadar dolu,renkli yaşa,farklı renkleri karıştır ki birbirine, belki gökkuşağına yepyeni bir renk,dünyaya güzel can,bir bebiş eklersin...
B.

Pazartesi, Temmuz 13, 2009

dinime küfreden müslüman olsa...



Geçen cumartesi benim için çok önemli bir sınava girmiştim.Ve sorulardan biri şuydu; “harika çocuklar yasası” çıkarılarak ,dönemin cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından devlet bursuyla yurtdışına müzik eğitimi almak için gönderilen ünlü piyanist kimdir?
Harika çocuklar,bugün 2 kadın.Biri piyano çalıyor,biri de keman.İdil Biret ve Suna Kan.

Ve 12 Temmuz 2009.İdil Biret konseriyle ilgili haberle şok oldum.Bu kadar başarılı,değerli,Türkiye’yi dünyaya tanıtmış,yetenekli ve yıllar önce ,Türkiye Cumhuriyet’i yeni kurulduğu zamanlarda devlet erkanının fark edebildiği ve destek olduğu gerçek bir sanatçıya,bugün 2009 Türkiye’sinde konserleri basılarak,ilginç propogandalar yapılarak,suçlamalara hedef gösterilerek,teşekkür ediliyordu.Mukaddes avlusunda şarap küstahlığı olarak adlandırılmıştı , konuklara ikram edilen şarap ve konser.

Kendi düşüncesi dışında her şeye muhalefet olmak değil midir asıl küstahlık,kendi doğrularını baskıyla,zor kullanarak uygulatmaya ,kabul ettirmeye çalışmak,insanların seçimlerine ,yaşamlarına hoşgörüsüz olmak.Bütün dinlerin temelinde,hoşgörü ve sevgi yok mudur?İnsanın tanrıya karşı sorumluluğu sadece kendine ait ,ibadet tanrıyla kul arasında değil midir? Bir insanın canını yakmak, özellikle de canını almak affedilmeyecek en büyük günah değil midir?Din bir gerginlik,kavga aracı mıdır istenildiği an kullanılması gereken?

İnsan olan,beyni,kalbi,vicdanı olan hiç kimse ırk,din,millet ayırt etmeden insan yada hayvan başka bir canlının acı çekmesine,ölmesine,üzülmesine dayanamaz.Bu Şincan Uygur Özerk Bölgesi’ndeki Uygur Türkleri içinde,Afrikalı,Iraklı,Ermeni,Filistinli,Çinli,Rus,Gürcü,Uzaylı yada Dünyalı farketmeksizin insan olan yada nefes alan herşey için geçerlidir.

Asıl mantık dışı ve bir o kadar da trajikomik olan,bu tepkiyi gösterenler, insanlıktan bihaber ,elini vicdanına koymamış, Sivas’ta kendi milletinden insanları diri diri yakmış, Kahramanmaraş’ta ,daha yakın zamanda Malatya’da insanları katletmiş ve Türk tarihine bu kanlı ,yüz kızartıcı olayları miras bırakmamışlar mıdır? Kendi tarihlerini kana bulamamışlar mıdır?

Bu zihniyete göre ,bir canlının katledilmemesi için adının,etnik kökenin, başında yada sonunda muhakkak Türk kelimesinin geçmesi mi gerekmektedir.Kılınan kaç namaz yada içilmeyen kaç kadeh şarap affettirir ,haddi olmadan,haksız yere alınan canların günahını?Bayrakların üzerinde namaz kılacak kadar dinini savunanların, Tanrı’nın verdiği canı Tanrı’dan başka hiç kimsenin almaya hakkı olmadığını bilmesi gerekmez mi?

Osmanlı İmparatorluğu’nun büyüklüğü,gücü,kudreti ve tarihteki önemiyle övünmeyen hiç kimse yoktur bu topraklarda.Ama bu bazı hatalarımız olduğunu yada o mukaddes saraylar içinde dahi yanlış uygulamalar olduğunu göz ardı edebileceğimiz anlamına gelmez.Taht kavgaları,çarpık ilişkiler,entrikalar hayatımızın gerçeğidir.Her krallık, her ülke ve her iktidarın bunlarla muhakkak yüzyüze geldiği göz ardı edilemez.

Kurt dumanlı havayı seviyor işte… Kendi ideolojilerine bile ters düşen ,ortalık karıştırmak , huzursuzluk yaratmak dışında kendine bir amaç edinememiş ,dini ve Türklüğü, aykırılıklarına kılıf yapanlar; Türk’lüğün dünyadaki en iyi temsilcilerinden birini alkışlamaları gerekirken protesto etmişlerdir.Sürdürülebilir cehalet ve inadına sabit fikirlilik; her atılımın ve ilerlemenin önünde duran ,asla aşılmayacak dağlardır.

Amacı ;Fikri hür ,vicdanı hür ,başı dik bir millet yaratmak,hem yurtta ,hem cihanda barışı sağlamak olan ATAM’ın ,bu uğurda canlarını feda edenlerin kemikleri sızlıyor şimdi.

Bir kez gönül yıktınısa
Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil

Bir gönülü yaptın ise
Er eteğin tuttun ise
Bir kez hayır ettin ise
Binde bir ise az değil
“Yunus Emre”

Cuma, Temmuz 10, 2009

Cook Yourself To Yourself



















Kendi aramızda sürekli hayıflandığımız ve güldüğümüz bir şey bu.Eğer ÖSS tercih formuna ucundan köşesinden yada en sonuncu olarak yazdıysanız,hatta yazıp sildiyseniz bile kesin gelir.Bu şehrin mıknatıs gibi manyetik bir etkisi var.

Etrafımda aynı Anadolu lisesinden mezun olduğum arkadaşım ve ben dışında ÖSS’ ye ilk girişinde oraya gelen yoktu ve biz şoktaydık.Gördüğümüz yer karşısında yaşama hevesimiz söndü ,etraftakilerin “biz 3 yılımızda geldik buraya” cümleleriyle yüzümüze kalıcı bir mutsuzluk yerleşti, ve kocaman bir zaman dilimi geçti orda.Genel olarak baktığımda bana kattıklarını,öğrendiklerimi hiçbir şeye değişemem şu hayatta.

Geride 2 can arkadaşımdan başka birşey yok beni “Ömrümün Törpüsü”ne bağlayan.Biri ,Doğu’nun Paris’i olarak adlandırılan bu naçizane şehirde ,İİBF mezunlarının kaçınılmaz sonu bankacılık sektöründe istihdam etmekte, diğeri evlendiği için ömrünün sonuna dek eşinin soy ağacının köklerini ,katlayarak sürdürecek orada.

Şans buydu işte yada yazgı.Çok zaman sonra lise 3 teyken yaptığım sıralamayı gördüm,bir kitabımın arkasında.Evet şehir sıralamasıydı bu,üniversite için gidebileceğim 5 şehri yazmıştım.Bütün ÖSS adayları gibi tabi ki 3 büyükler ,sonra hometown ve en sonda da “Ömür Törpüsü”.İnanamamıştım,oraya gitmeyi ben istemiştim.Ben yapmamıştım,bilinçaltım yapmıştı bunu bana….

İlk zamanlarımızda hiçbir anlam veremediğiniz ilginç kelimeler, çıkan garip sesler,kulak tırmalayan fonetik yapısı,normalde yapılamayacak kadar zor ağız,dudak ve çene hareketleri ,baskın bir artikülasyon ama zaman her şeye çare işte, zamanla bizim için kronik ve normal bir hal aldı bu farklı Türkçe, karşıdaki “leP” demeden “lePlebi “yi anlar hale geldik zaten.

Yurdumun tüm üniversitelerini tavaf etmiş olan gezici kütüphanenin , gözlüklü , donuk görevlisinin bile yaşam belirtisi olmayan suratında bazı hayret ifadeleri yaratmayı başarmıştı nazi kampımız,”bütün üniversitelerde herkes en az 2 kişilik gruplar halinde geliyor,burada niye hepiniz tek tek geliyorsunuz” sorusunu sordurmuştu işte.

Yalnızdık ve mutsuzduk , belki de mutsuz olup yakınmak,sorumsuzluğumuzu “ömür törpüsü” ne mal etmek işimizi kolaylaştırıyordu.Önceden başka bir üniversitenin kampüsüyken, sonraları bağımsızlığını ilan etmişti ama sistem aynıydı ve bunla övünülüyordu.Tabi biz öğrencilerde boş durmuyorduk, bu övgüyü lehimize kullanmakta,”ben zaten o kapasitede olsam ,o üniversitede okurdum” diyerek,kılıf buluyorduk kendi boşvermişliğimize.

Bir şehirde su yoksa nefes alamıyorum ben.Keşke şöyle göldür,denizdir bir su birikintisi olsa da canım sıkılınca kıyısına gitsem,azıcık açılsam ferahlasam dediğim ,ama içinde su akıntısı değil su sızıntısı barındıran bir toprak parçasıydı işte.Alleben gibi, ruhumu da kurutmuştu.

Çok savaştım , cebelleştim kendimle ,alışayım,seveyim diye ama nafile.Bana göre değildi ,sadece erkek arkadaşın varsa şehir merkezine gidip alışveriş yapabilmek ve bu yüzden yanında, normalde tahammül edemeyeceğin tarzda bir adamla ,sürekli gezmek zorunda olmak ;üniversiteye 1 saat uzaklıkta ki otogara gidebilme eziyetine birde hayvani boyutlardaki bavullar dahil olunca erkek arkadaşı kaçınılmaz bir ihtiyaç görmek.

Kebap kentinde büyümüş biri olarak , kebap ve rakı aynı masadadır ,birbirinden bağımsız düşünülemez benim için.Restaurantlar genelde içkisiz,üniversiteyle şehir de birbirinden kopuktu.Üniversite gençliği,otobüste 5 çocuğuyla evinde oturmayıp,klan halinde gezmeye giden teyzelere yer vermeyen, aile terbiyesi almamış çocuklardı onlar için.

Tek sosyal aktivite ; yerli halkın DNA’larına işlemiş , genetik olarak nesilden nesile geçebilen çok başarılı satış,pazarlama teknikleriyle; tüm Türkiye’yi hatta başka diyarları kendinden haberdar eden mutfak kültürleriydi.Buda üniversiteye binbir hayallerle gitmiş,ama gördüğü manzara karşısında şoka girmiş zavallı öğrencinin bedenine minimum 10 kg takviye etmesi anlamına gelmekteydi.

10 kg ve üzeri ekstra yük ; Yemeklerin güzelliğinden olabileceği gibi,yemekleri çok yağlı ve karmaşık bulanların kendini fast fooda vermesinden de olabilmekteydi.Üniversite sonrası ailenizi ilk ziyaretinizde annenizin”kızım parmaklarına noldu,hepsi dolma gibi olmuş” şeklinde haykırması da işin trajik bir boyutuydu tabi.

Herşeye rağmen takdire şayandır benim gözümde bu şehrin insanları. Aşıktır , tutkundur hepsi kendi topraklarına , geleneklerine.Hırslıdır,çalışkandır hepsi.Ticari zekaları , kültürlerini kendileri unutmadıkları gibi dünyaya pazarlama yeteneklerini de beraberinde getirir.Kendilerini ,benliklerini kaybetmeden yenilerler.Sizi ,farkettirmeden onlardan yaparlar.Türkiye’de ilkleri başarmayı ,ön planda olmayı severler.Mutfak Müzesi,En büyük hayvanat bahçesi,her şeyin “EN” ve “İLK”i.

Yurtdışında ki fuarlara ,ziyaretçi olarak kabul edilmeyen Türklerin yegane sebebidir bu şehrin organize sanayi çalışanları. Menüsünde sadece rehber ve mesajlar olan cep telefonunu da onlar yapmış, insan üstü bir kopyalayıp ,yapıştırma dehasına sahip beyinleriyle, yurtdışı fuarlarının tehlikeli kitlesi olarak mimlenmişlerdir .

Yurt denen yerde yaşamak başlı başına yorucuydu ve eziyetliydi benim gibi aykırı bir insan için.Işık açıkken uyuyamaz ,biri kapıyı açsa,hatta uyurken hareket etse uyanırdım ben.Kendime daha çok gıcık olurdum bu kadar hassas olduğum için.

Sadece güvenlik görevlisi işlevi görsün diye bir erkek arkadaş edinmediğimden çok geç saatlere kadar dışarıda olmayı alışkanlık haline getirmemiştim,hoş getirsem de yapacak birşey yoktu dışarda ama sırf kural olduğu için uyuz oldum 23:00’ te kızların içeri girme zorunluluğuna.Her hafta cuma 3 saat uzaklıkta ki aileme koştum ve geri dönmek istemedim.

Baktım hayat ve derslerin ucu kaçmakta,geçen zaman beni burada daha çok çürütmekte,kendi başıma 1 oda + 1 banyo + 1 balkon stüdyomu kiraladım,bağımsızlığımı ilan ettim.Kendi küçük krallığımın kraliçesiydim artık.Aptal kurallar,ışıktı,saatinin alarmıydı,saçma şeylerle uğraşmayacaktım.Ve transcriptim üniversite hayatımın maksimumunu gördü bu dönemde.

Hayat tabi ki boş durup , başarımı seyretmedi ,başka çelmeler taktı,türlü engeller çıkardı karşıma ,kendince yöntemler denedi ama bu savaşın galibi ben oldum sonunda ve bitti…

Çeşit çeşit insanlar , yemek tarifleri , ne ilginç değerler,bilgiler kattın sen hayatıma “Ömür Törpüleyen Şehir”.Sadece ömrümü törpülemedin,beni de yonttun,gün be gün işledin,yukardan bakan ne varsa hepsini düşürdün aşağı,sivri olan ne varsa aldın götürdün,yordun,yoğurdun,yaktın,pişirdin;iliklerime işledin,sabrı ,nezaketi ,hayatı öğrettin.

Bakırcılar Çarşısı’nda ki ceviz sandıklar , sedef tavlalar , nargileler, hepsi emek emek işlenmiş bakırlar,gümüşler, ipek kutnular ,dünyanın en güzel baharatları en keyifli yanın benim hayatımda ki.Bakmaya kıyamadığım ve almaya doyamadığım güzellikler hepsi.

Herkes öğrenciliğini özlermiş ama ben yine de özlemiyorum seni , diplomamı almam lazım ama ayaklarım geri geri gidiyor,henüz hazır değilim demek ki seninle yüzyüze gelmeye.

Annem “birlikte gidelim,diplomanı alır, güzel bir yemek yer ,döneriz” diyor .Bu teklif bile, seni cezbedici kılmıyor benim gözümde , dillere destan yemeklerin bile al senin olsun , senin dilinle “SEN SAĞA PİŞİR, SEN SAĞA YİE”….

Salı, Temmuz 07, 2009

na zdrowie !




Hislerimin Aynası Blogum ,

07.07.07 Eymir.Bu tarih aklımda böyle kalmış Bülent Ersoy’un evlendiği gündür aynı zamanda)

İçinde su birikintisi olmayan bir şehir daha.Corvus,Roll House,Rembetiko ,7. Cadde hatta Mango Outlet bile paklamaz beni.Mogan yada Eymir’de değilsek boğuyor beni başkent.Tıpkı içinde 3 karış genişlikte foseptik çukuru edasıyla akan dillere destan Alleben’iyle “Ömür Törpüleyen Şehir “gibi.

Eymir klasiği ; bira,balık ekmek sonrası yenen, bencil çiftin tamamen kendi damak zevkleri doğrultusunda Liva’dan alınmış “pürenbuazlı” pasta.Anlamsız ama zoraki anlam yüklenmeye çalışılan bir kutlama,bencil çifte ait hiç bitmeyen kavga ve hepimize ait deklanşör sesleri…

Fakru zaruret içinde harap ve bitap düşmüş ruhlar,aşkın sevgiye dönüşmesinin normalliğini kabullenememiş ,adrenalin isteği ağır basmış,rotasını şaşırmış,dengesini kaybetmiş,nasıl olsa “o benim malım” mantığıyla relaks davranmış ve bazı sabahlara yanında başka kadınlarla uyanmış adamlar…

"kalbimde kalbine yok bile kinim
bence artik sen de herkes gibisin" "Nazım Hikmet"

Çocuk olmadan kadın olmuş,tenine yada bedenine ,kendi söz hakkı olmadan aldığı her türlü darbeyi kabullenmek zorunda kalmış ,”kadının yeri kocasının yanıdır” felsefesiyle yetiştirilmiş ,yeryüzüne gelişinin anlamını kavrayamamış,kendinde çekip gidecek gücü bulamamış bütün kadınlara yazıyorum bu yazımı,yurtdışında ,özelliklede Türkleri farklı boyutuyla tanıyan Almanya’da benim ısrarla maruz kaldığım bekaret,tecavüz ve namus cinayetleri sorularına,kızımın maruz kalmamasını umut ederek.

Endüstri devrimi olmamış , hava,su,çevre,gürültü ve bilumum kirliliklerin adı konmamış,hormonlu,yapay yiyeceklerle tanışmamış ,ardı arkası kesilmeyen, insan hayatını kolaylaştıran ama kısaltan,kalitesini artırdığı kadar da bozan teknolojik unsurlar icat edilememiş,doğa tahrip olmamış,insaoğlu pc başında yalnızlığına boğulmamış , aşklar sanal değil göz gözeyken,mevsimlerin yeri değişmemiş,su kaynakları kıt kaynaklar kategorisine henüz dahil olmamış, tabiat olaylarının hepsi kurulmuş saat gibi kendi zamanı ve mekanı dahilinde tıkır tıkır işlerken,biyolojik saatlerimiz bozulmamışken;yeryüzündeki bütün kadınlarının menstrual dönemi aynı güne,dolunay’a denk gelmekteydi.

Bu mucizevi dakiklik, tabi ki devam etmemekte, ama yinede kadınların menstrual dönemleri yine dolunay etrafında dalgalanmaktadır.
Sadece kadın değil ,bütün varlıkların halet-i ruhiyesi değişir ayın ışık topu gibi gökyüzünde parladığı bu zamanda .Canlılarda içten içe ona özenir; hareketsiz, statik bir hal alırlar,agresif, mutsuz hissederler kendilerini.

Er kişinin anlayamadığı ,” ayda bir dönemi”, dişinin de kendine daima sorun ettiği ,varlığı da ,yokluğu da dert bir zaman dilimidir.Ama yinede kirlenmek değildir adı , anne olabilmenin yegane koşuludur çünkü.Dayanıklılığımızın,hayatın zorluklarına direnmenin ,tutunmanın sembolüdür.En büyük yetenektir aylarca kendi içinde minicik bir canı taşıyabilmek,büyütebilmek.Annelik ,dişiye verilmiş bir kutsamadır aslında.Canından can var etmek annenin rejenerasyonu , anatomisi dahilindeki tüm doku ve hücrelerin baştan aşağı yenilenmesidir.

Menstruasyonun mucizeviliğini fark eden birçok kültür ve ritüel,kadın ve ay arasında korelasyon kurmuş ,farklı metalarla bunları ilişkilendirmiştir.Kızılderililerin çocukluktan ,genç kızlığa adım atılan günleri şölenlerle kutlaması ,Hindular perilerin şarabı yada zeka kanı olarak adlandırması da bundandır.

Dedelerimizin erken göçüp gitmesi, anneannelerimizin torunlarıyla daha uzun zaman dünya üzerinde vakit geçirebilmeleri,erkeğin çok yorulup kadının boş oturmasından değil , kadının benliğine armağan edilmiş dişiliğinin, gücündendir.
Dayanıklıdır kadın , acıya, yokluğa,fiziksel ve psikolojik baskı altında bile hayatını ve özelliklede çocuklarının hayatını idame ettirebilme yeteneğine sahiptir. Binbir acıyla yeni bir can yaratabilen bedeni kadar , ruhuda güçlüdür, başkaldırır hayata.

Kanunlar, yasalar aracılığıyla gücü elinden alınmaya, saklanmaya ,susmaya ,varlığından utanmaya itilse de kadının kuvveti ve kudreti engel tanımaz.

Yanlış öğrenilenler, gelenekçilik,”biz atamızdan dedemizden böyle gördük” zihniyeti , gelişmeyi,ilerlemeyi ve kadının adının yok sayılmasının sebebidir oysa.
Haksızlık görmek , mutsuzlukla tanışmak ,yanlış yapmak,üzmek,üzülmek , ayrılmak,boşanmak,doğum ve ölüm hepimizin tuvalinde,ruhumuzu zaman zaman karanlıklara boğan,benliğimizi siyahlara,grilere bürüyen,bizi kontrol edemediğimiz bir rüzgarla dik yamaçlara,sarp kayalıklara sürükleyen renklerdir.
Sadece yaşamının sürdürülebilirliği yada konforu için bir erkeğin himayesi altında olmak sadece kadının kendisine değil karşısındaki er kişiye de yaptığı bir haksızlıktır.

Kurallarını kendi koyarak yaşamayı başarabilen, tökezlese de kalkmayı becerebilen, ruhunu tekrar tekrar örseletmeyen , yaralarını gün be gün iyileştirebilen ,çekip gitmeyi,ardında bırakmayı, sıfırlamayı ,silmeyi, inatla ve azimle ;her seferinde daha büyük bir heyecanla yeniden yazabilen,bir homo sapiensin hissedebileceği bütün duyguları hayatına katmayı,sadece gözyaşıyla değil ,bakışı ,dokunuşu,sesiyle de iyileştirebilmeyi,küllerinden doğmayı , en az ağladığı kadar gülmeyi başarabilen ,kaderine razı olmayan,boyun eğmeyen,yeryüzünün engebeli dağlık arazisinde,keskin virajlarında,uçurum kenarlarında dahi kontrolü elden bırakmayan,kendi olmadığı gibi hemcinslerini de esir etmeyen,sevgiye ve aşka varlığını adamış kadınlardan olmak dileğiyle,kanamaya ve yaşamaya devam etmekten mutluyum, şimdilik bir başıma , özgürce …

Ey gönlüm.seni bütün kuytulardan kurtardım.
üzerinden tozları.
örümcekleri ve alacakaranlığı sildim.

Ey gönlüm.seni küçük utançtan ve
kuytular erdeminden arıttım. seni
güneşin önünde çıplak durmaya kandırdım.

Kabaran denizin üstünden estim“ruh” denen fırtınayla. bütün bulutları
üflüyerek kovdum ordan ”günah”denen boğucuyu bile boğdum .

Ey gönlüm.sana fırtına gibi “hayır” deme açık göğün evet demesi gibi
"Evet" deme hakkını verdim:
ışık gibi durgun durursun işte yadsıyan fırtınalar içinden geçersin.

Ey gönlüm.her türlü boyun eğmeyi ve diz kırmayı ve “Efendim”demeyi
elinden aldım.sana “Zorunluluğa boyun eğdiren” ve “Yazgı”
adlarını ben taktım.
“F.W. Nietzsche”

7 Temmuz'un Uyutmayan Ağırlığı




kaçtı gitti sevgili uykum düşünmekten.şu an uykusuzluktan o kadar sinirliyimki mortal kombattaki kitana olup suratına punch atasım yada sonia olup havada karnını tekmelemeyesim var.öc almak,intikam,nefret vb. duygular beslemiyordum hatta hiiiççç umrumda değildi,kaçıp saklanasım,ortadan kaybolasım vardı ama uykum kaçınca bende bildiğim bütün teknikleri uygulamaya karar verdim üstünde.hadi git artık,bende mis gibi uykuma balıklama bir dalış yapayım...

Pazartesi, Temmuz 06, 2009

gene de ölmez insan ...



Yet each man kills the thing he loves
By each let this be heard,
Some do it with a bitter look,
Some with a flattering word,
The coward does it with a kiss,
The brave man with a sword!

Some kill their love when they are young,
And some when they are old;
Some strangle with the hands of Lust,
Some with the hands of Gold:
The kindest use a knife, because
The dead so soon grow cold.

Some love too little, some too long,
Some sell, and others buy;
Some do the deed with many tears,
And some without a sigh:
For each man kills the thing he loves,
Yet each man does not die.

Pazar, Temmuz 05, 2009

Dünle beraber gitti cancağızım,Ne kadar söz varsa düne ait,Şimdi yeni bir şeyler söylemek lazım

Aza kanaat ettiği hâlde hiçliğe lâyık görüldü.

Zırhını çıkardı az bir zaman önce, guardı düştü, kendinden bir kırıntı bulabileceği hissine kapıldığı o kuyuya afili bir dalış yaptı.

Ve düşerken dibe, kanatlarını nerede unutabileceğini düşündü, kanatsız ilk uçuşunda.

Gülümsedi ve ah yazgı dedi.

Savunmasız, korunaksız şimdi... Kendi gibi ama kendisi hiç değil...

Geçmiş iz gibi peşinde, inkar edilemeyecek kadar gerçek, gözardı edilemeyecek kadar karmaşık.

Hayat kime ne sunar bilinmez, hangi kapıları açar, hangi yolları kesiştirir, kimleri teğet geçer, kimi yaşarken öldürür, kimi anka kılar.

Kendinden emin atmak istenen adımlar, sindirmek istenen zaman ve gelecek, aslında sessizce uzaklaşma zamanıdır...

Out of the ash , I rise with my long hair , And I eat men like air...

Tüm kapılar kapansa bile yüzüne, kimsenin bilmediği gizli bir geçit, bir patika vardır geçmen için.

Yazgı alnımıza çizilmiş bir yol haritası değil.Ana caddeleri verir sana, güzergahı bellidir yolculuğunun, sen anne karnına düştüğün anda. Hangi sokağa döneceğini, nerde, ne kadar bekleyeceğini sen belirlersin kendi kararlarınla.

Hayat bazen yansımalar çıkarır karşına.O yansımaları gerçek sanıp,hiçliğe tutunursun bazen.Anlam yüklemeye çalışır,değerli kılmak istersin.Bu aslında kendine oynadığı bir oyundur çok sorgulayana beyninin.Susuzluğunla koştuğun vahanın,sadece bir yanılsama olduğunu farkettiğin an yıkıcıdır,yanar canın.

Ne yaşamının hakimisin, ne de yaşamın karşısında biçaresin.Sen şu anda göremesen de, dar geçitler, sarp kayalar ardında gerçek cennet bahçeleri var seni bekleyen.

Ne bir saniye erken, ne bir saniye geç. Her insan için bir aşık olma zamanı vardır, bir de ölmek zamanı.

Cumartesi, Temmuz 04, 2009

sivri dilin taş kesildi,noldu yazamadın kramp mı girdi parmaklarına

Sınav bitti.Tam 1 aydır beklediğim bir sınavdı bu.

Sorulardan biri şöyle “Şu anda vizyonda olan melekler ve şeytanlar filminin başrol oyuncusu aktör kimdir?”

Şık yok, ismi yazmanız gerekiyor.Ve yokkkk hatırlayamıyorum.Adamın yüzü gözümün önünde ,Terminal,Da Vinci Şifresi’nde oynadı ama adı yok.En sonunda kendi kendime çok bilinen yabancı erkek isimlerini saymaya başladım.Michael,Henry,Adam,John,Rick ve sonunda Tom Hanks.

İlk Osmanlı tiyatrosu olan eserin “Evlenme” kısmını hatırladım ve üstüne birazda salladım “Şair Evlenmesi” hiç yaratıcı olmayan bir biçimde oldu “Kız Evlenmesi”

Sonuç ne olur bilinmez,400 kelimeyi geçmesi gereken kompozisyonun geçtiğini umuyorum,ama deveye hendek atlatmaktan zor geldi en kolay yaptığım iş olan yazmak.Sivri dilim oldu lal,keskin kalemim köreldi,anlayamadım kendimi…

Bir ekonomist olarak , ekonomisi pamuk ipliğiyle IMF' bağlı olan canım ülkemde employment kategorisine dahil olamadım henüz.Üzülerek söylüyorum ki benim ekonomistliğim annemin ekonomisini çökertmeye yarıyor hala.

Kendi özgür ve hür irademle inat edip bankacı olmayacağım naralarıyla gezdim durdum 4 aydır.Daha yaşım gençmiş nasıl olsa olurmuşlarıysa çok dinledim bu süre zarfında,teselliye ihtiyacım olduğunu düşünen bünyeler tarafından.

Diyemiyorum tabi “Teyze benim ruhum yaşlı,sen bakma bu bedene.Ben ne med cezirler yaşıyorum her gün kalmakla ,kalmamak arasında.Sonra henüz yer kürenin bütün arka bahçelerini görmediğime karar verip,vazgeçiyorum,kıyamıyorum anneme,babama kalmaya devam ediyorum .

Çözüm üretmeye çalışıyor herkes kendi çapında,tabi benim bu unemployment durumuma,her kafadan bir ses çıkıyor,yoruluyorum dinlemekten.

Sen bankacı olabilirsin,rahatlıkla üstesinden gelirsin niye istemiyorsun bakalım,

Seni buralar paklamaz yurtdışına git en iyisi sen,

Adana’dan gitmen lazım burada artık iş kolu kalmadı,

Naif, hassas bir kızsın sen yapamazsın öyle satışta,pazarlamada…

Yeter diye bağırmak geliyor içimden.Kimseyide kırmayı asla istemem.Susuyorum.

Çok düşünmek iyi gelmiyor bana,o kadar yoruyor ki bazen beni,keşke diyorum nadasa alabilsem kendimi,şöyle uzun bir uykuya dalsam 1 sene uyanmadan uyusam,sonra kaldığım yerden devam etsem yaşamıma…

Yapmam dediğim şeyleri yapar oldum,kendime uzak düştüm hatta beklide çok yakın oldum,ama o kadar içiçeyim ki kendimle, hayatımda ilk defa sıkıldım benliğimden.
Dünyayı,insanları,varlığımı sorguluyorum.Hareketlerine bakıyorum insanların, hepsine uyuz oluyorum.Gitgide asosyal,kimseyle anlaşamayan,sorunlu bir yaratığa dönüşmekten korkuyorum.

Can yoldaşım kitaplarımın yüzünü açmaz oldum,film izlemez,gözlerim düz çizgi haline gelmiyor artık gülmez oldum.

Anneannemin arkadaşı olan teyzenin “ aaa kızım çok günah takma öyle baş parmağına yüzük” cümlesine verdiğim gayri ihtiyari cevaplada inançsız,kafir oldum.

“Benim tanrımın günah kriteri bu değil teyze”

Anneannem ve arkadaşı olan teyzenin açık kalan ağızları,annemin hah yine yaptın yapacağını der gibi bakan güzel gözleri ve hafif gülümsemesiyle kalakaldım öyle ne diyeceğimi bilemeden,bir kere kaçmıştı işte ağzımdan.

Farklılıklara saygı göstermeyi ,hiçbir ayrım yapmamayı öğütleyen ,çok hümanist bir yaklaşımla büyütüldüm ben. Önceden insanlığın tanrıya ulaşma yollarının,tarzlarının birbirinden farklı olduğuna inanırdım.

Zaman işte yıktı geçti her şeyi.Şeklini almamış bir alçı gibi hafızamda yer kaplayan düşünceler okudukça ,dinledikçe,sadece bakmayıp aynı zamanda gördükçe yontuldu,törpülendi,kendi evrimini devam ettirdi.Yeryüzünde aldığım son nefese kadar da oluşumu tamamlayamayacak belli.

Blogumun ilham kaynağı;Sapık ve İğrenç Adamı(SİA) ,insanları yakarak öldürebilen,sevgilisinin kafasını kesip paketleyebilen ,kızlarını tecavüzcüsüyle evlendiren insanları,yardım adı altında toplanan paraların kimlerin elinde heba olduğunu,gerçekmiş gibi inanılan hurafeleri,namus cinayetlerini,berdelleri,biri açlıktan ölürken diğerinin tabağında bıraktığı pirinç tanelerini,40-50 yaşında adamlar kapımızın önünden çöpleri toplarken,1 tanesi 10 tl’ye içilen krema dolu, kalori bombası kahveleri gördükten,ailemin hikayelerini dinledikten sonra artık eminim benim tanrımla sizin tanrınız aynı olamaz zaten ...

Cuma, Temmuz 03, 2009

çek o pis bakışlarını üzerimden

Sırf sinirimden açtım bu blogu.Uyuşuk muyum neyim,yazmayı da ,okumayı da severim ama yoktu bir blogum.Kim derdi iğrenç,sapık bir adam vesile olacak bloguma...

Nasıl bir zihniyettir bu,sapkınlıktır.Babam yaşında bir adam otobüste ve çıkasıca gözleri sürekli üzerimde.

Farkettiğim anda dur kızım dedim kendime,hatırla "ömür törpüleyen şehir" de yaşamıştın bunu sen daha önce.tarih tekerrür ediyor sadece.Takip ettim bir süre,bekledim.Hareketlerini,bakışını,ifadesini....Yanılmamıştım keşke de yanılsaydım.

Elimde sabah hastaneye giderken unuttuğumuz babamın kalp grafisi.Stres ve sinirden rulo haline geldi,sopa vazifesi görecek birazdan babam yaşındaki adamın kafasında.

Ayıptı büyüklere el kaldırmak yurdumun topraklarında,benim zihniyetimde insana el kaldırmak hiç yoktu oysa.Yaptığımdan utandım aslında.

Bu aralar Sylvia Plath ve Polyanna arasında dalgalanan ruhumun,Orta Asya ve Anadolu'dan gelen cengaver tarafı şahlanmıştı o anda.

Çocukken oturduğumuz lojmanda bütün çocuklar kim daha uzağa tükürecek diye iddialaşırken,ben öyle şeyler yapmam diyip ,çıtkırıldım kız edasıyla,öğrenmediğim için kızdım kendime.

Canım babamın kalp grafisi , gözü dönmüş sapkın adamın burnunun ucunda ,aman dikkat değmesin sakın,vurma onunla, kirlenmesin o iğrenç adamın temasıyla.

Sesim kendime yabancılaştı artık ondan sonra.İlk kelimem,hatırladığım tek şey şu an:"utanmıyor musun?"

Utansa yapar mıydı hiç?Karısının , kızının saçının teli görünmesin,saklansınlar örtülerin altına sözüm ona diğer alemde yanmak korkusuyla.Ben kotum,yarım kollu t-shirt ve spor ayakkabılarımla 30 dk. otobüste yolculuk edeyim bu psikopat adamın bakışları altında.

Adana'm,büyüdüğüm şehir,herkesi sıcaklığıyla kavurur,beni burda bulunmak sevindirirdi oysa.Bugün yapıştı işte boğazıma,bunalttı,daralttı,şöyle Akdeniz ,Ege kıyı şeridine taşınsam dedirtti birden,belki de "Gavur"lar diyarına...

Güzel,güneşli günler görmeyi umut ederek uyanmıştık 29 mart sabahına.Adana'm çürüyen metroları,olmayan şehir planı,dünyadaki ilk ve tek caddeden büyük kaldırıma sahip olan bulvarıyla büyüdüğüm şehir eriyip,geriliyordu gün be gün.

Nolmuştu buraya,ne değişmişti de,önceden sokaklarında herkesin şortlarla,askılı t-shirtlerle dolaştığı ve kimsenin kimseye bakmadığı bu kentin aydın sokaklarına.

Neye kızdım ,kime kızdım bilemedim bu işin sonunda....

Gitmek gelir içimden,
Gitmek uzaklara,
Çekip alır bir deli rüzgar,
Tutar kara

Gemiler bensiz gider
Hayali uzak limanlar
Avucumda tütün sarısı
Birde yaşanmamış zamanlar