Cumartesi, Eylül 25, 2010

25 EYLÜL



Babasına şikayet ederek çocukların karmaşık durumlarından sıyrılan , sürekli konuşup didikleyenlerden olmadın hiç.Sessizliğin bir kamyon sözcüğe bedel , susmayı bilmek senden armağan genlerime.

Güdümlü anne terliği yoktu bizim evde, terlikler hiç senin silahın olmadı.Daha çok babamın can yakan esem terlikleri vardı.Sadece ev işlerinden sorumlu annelerden olmadın, istediğimiz her şeye anında sahip olamayacağımızı , ayın 15 ‘inin manasını , sevmeyi , mücadeleyi , inandıkların , hayallerin uğruna yapılanların değerini sen öğrettin bana .“Emeksiz yemek olmaz” sözün düşüş anlarımın itici gücü,kulaklarımda çınlıyor.

Sayfalarca , saatlerce yazsam bitmez , yetmez.Ne söylediğin sözler unutulur, ne hakkın ödenir.Zaten 36 beden anne de olmaz.

Hayatımdaki yerini sadece anne sözcüğüyle kısıtlayamıyorum.Sevgim sonsuz.Birlikte nice yıllara , sağlıkla , huzurla …



Pazar, Eylül 19, 2010




beraber yasanır,

dövüsülür beraber,

ama herkes kendi payına ölür

                                        (Nazım Hikmet Ran)


bilmek acı çekmektir.ve bildik

karanlıktan çıkıp gelen her haber

gereken acıyı verdi bize:

gerçeklere dönüştü bu dedikodu,

karanlık kapıyı tuttu aydınlık,

değişime uğradı acılar.

gerçek bu ölümde yaşam oldu.

ağırdı sessizliğin çuvalı.

                                        (Pablo Neruda)

Perşembe, Eylül 16, 2010

Fahrettin Kerim Gökay ...


Türkiye’nin her yerinde var mıdır bu kardeş gelince” Pabucun dama atıldı” söylemi bilmem ama bazı şeylerin çocukları derinden etkilediği kesin.

Annem sarışındır.Kardeşlerinin içinde en açık renkli olandır.O yüzden çocukken “Seni Aydınlılar ’dan aldık” derlermiş anneme.Birde hikaye anlatırlarmış.Oralara yazları yaylaya gelen Aydınlılar’a dair.Annem bunu gerçek sanırmış.Canım anneannem bir eş-dost toplantısında bir olay anlatırken laf arasında “Müjde’ye hamileyken” demiş, o zaman henüz küçük olan annem, bu sözü hiç kaçırır mı,anında sahnede belirmiş,koşmuş anneannemin boynuna atlamış,bir yandan da var gücüyle sevinç çığlıkları atıyor,”Beni sen doğurmuşsun, Aydınlılar’ dan almamışsınız” diye haykırıyormuş.

İlkokula henüz başladığım günlerde doğmuştu kardeşim.İlk geldiği gün ;ona bakıp ,”Ben kardeş istemedim ,geri götürün” demişim.Yaş farkının da etkisinden olsa gerek,tek kişilik iktidarımı paylaşmak istememiş,gelişini kabullenememişim. Öğretmen olan annem bebekle o kadar meşgulmüş ki ;ne okul alışverişi yapabilmiş benimle, ne de ne zaman okumayı ,yazmayı öğrendiğimi fark etmiş.Çocukken kendimi gerçekten pabucum dama atılmış gibi hissederdim.Annem bana “Ne ara okumayı öğrendin telaşımdan fark etmedim” dediğinde ona daha çok sinirlenirdim.Kardeşimin haklarımı gasp ettiğini düşünür , kıskanırdım onu içten içe.

Kendimi bildim bileli okula giderdim ben,kreşe.Ama kardeşimin gelişiyle bir ablamız olmuştu bizim Sabahat Abla.Çok severiz kendisini ,irtibatımız daimdir onunla.

Kardeşimin evde elinde toz beziyle gezip,her yerin tozunu almaya başlaması ve babamın olaya anında müdahalesiyle,onun da kreş macerası başladı.O kadar tatlıydı ki;pirinç tanesi gibi dişleri ,üzerinde Benjamin yazan yeşil eşofmanları (Sabahat Abla eşofmana aşortmen derdi:)), Ninja kaplumbağalı terlikleri,kırmızı şapkasıyla bugün bile gözümün önünden gitmez o  halleri.

İlk aşkı Kumru’nun üstüne o kaç isim yazdı ama aklımızda hep Kumru kaldı.

Yıllar önce şu sıralar evimize gelen,benim o pirinç dişli minicik kardeşim,bugün kazık kadar ,kocaman adam oldu.Kimse benden 7 yaş küçük olduğuna inanmıyor ,yanımda gören herkes abim (ağabey:yazmayı sevmem)sanıyor.

Babamın benim gibi,ona da çok düşünerek koyduğu aslında çok uzun bir ismi var.Neyse ki,benim ki gibi tamamı nüfus cüzdanında yazmıyor.

Sevdiklerime gönülden bağlıyım,bitmez tükenmez sabrım var.Kardeşimin de dahil olduğu bu insan grubu da bunu bilir ve birazda sömürürler ama olsun.Yıllar önce gelişini kabullenemediğim , bugün gidişini kabullenemeyeceğim bir varlığa dönüştü.Her adım onu da düşünerek atılıyor artık ve ona sevgim o kadar büyük ki;gönüllü yapıyorum bunu,bana hiç batmıyor.Anne baba en rahat kardeşe şikayet ediliyor.

Eli kulağında bekliyoruz şimdi,yeni yaşıyla birlikte,Müjde’li haberler de gelsin ona dair.İyi ki gelmiş yaşamıma ,ömürlük bir armağan gibi

Pazartesi, Eylül 13, 2010

Pazartesi, Eylül 06, 2010

Deliler Teknesi ‘ nin Militan Olabilmek Yazısına Dair ;


Bu ara çok kafa yordum bu konuya.Anayasa Hukuku derslerini çok seven biri olarak 1961 - 1982 anayasasını ilgiyle çalıştım.Geçmişten hesap sormak değil ama geçmişi iyi analiz etmek ve geleceği ona göre şekillendirmeye , klasik söylemle hatalardan ders çıkarmaya çalışmak şart.Fakat !!! Görüş , duruş , saf , parti , eğilim , ideoloji ayırt etmeksizin , bir anayasa , tüm toplumu etkileyecek bir durum.Kendi mutfağınızda hazırlayıp bütün apartmana sunduğunuz bir yemek değil.Çünkü burada kişinin yememe , çöpe dökme hakkı yok.Bu , ömür boyunca yenecek bir yemek.Kolestrolü , kalp yada şeker hastalığı , tansiyon problemi olanlar olabilir.Sırf o yemeği  sevmediği için yemek istemeyenler olabilir.Ama burada seçme özgürlüğü maalesef yok .

Anayasa hukukçuların işi olmalıdır.Enine boyuna , tüm toplumun gözü önünde tartışılmalı , artıları eksileri iyice tartılmalıdır.Toplumun tamamını etkileyecek bir karar ; sadece iktidarın görüşüyle ve iktidarın mutfağında , tarifi gizlenerek , bu kadar acele verilmez.Sözde referandum , hem de 12 Eylül’de.ÖSS ve KPSS gibi bu vatan toprakları üzerinde yaşayan her bireyin kaderini belirleyen 2 önemli sınava, bu kadar şaibe karıştıktan sonra referandum sonucuna ne kadar güvenebiliriz ???

Ayrıca özellikle belirtmek istediğim bir şey daha var.Parlamento da herhangi bir başlık oylanırken 2/3 çoğunluk olması gerekiyor , yani % 65 ve her madde teker teker oylanıyor.Referandumda % 51 olması yeterli ve bütün maddeler birlikte oylanıyor.Ne kadar adil , sağlıklı yada ne kadar mantıklı?

Rigid bir anayasa olarak görülen 1982 anayasası bile , şu an yapılmaya çalışılan düzenlemeden çok daha net , önceden görülebilir , neden – sonuçları açık , toplum tabanına hitap eden bir anayasadır.

Değişmeyen tek şey değişim.Ülkemizin ilerlemesi adına yapılacak her türlü değişikliğe , yeniliğe ve iyileştirmeye herkesin seve seve katılacağına inanmaktayım.Sadece bu kadar ittirme , zorlama , kendi çıkarlarını koruma , zaten pek yufka yürekli olan Türk milletinin vicdanını , duygularını sömürerek bundan kendine rant sağlamak , bunu da yangından mal kaçırır gibi ışık hızıyla yapmak milleti değil , kendi cebini , konforunu , geleceğini düşünmek oluyor.

Billboardlarda şu günlerde gördüğümüz şehit aileleri ,engellilerse duygu sömürüsünün daniskası.”Askerlik yan gelip yatma yeri değil” demişken , “Ananı da al git” demişken , şimdi pozitif ayrımcılıktan bahsetmek , gözyaşı dökmek, trajikomik …

Dokunulmazlık ve özelleştirmeler konusuna hiç girmiyorum.Ki bence en can yakıcı 2 başlık bunlardır.12 Eylül’den gerçekten hesap sormak isteyenlerin önce dokunulmazlıkları kaldırmaya yanaşması gerekiyor.İçim sızlayarak baktığım özelleştirmelerin , etkisini , ekonomik konjonktürde Türkiye’ye neler sağlayacağı ve Türkiye'den neler götüreceğini gelecek yıllar çok çok daha net gösterecektir.

Siyaset öyle uzun soluklu bir sahne ki 1961 Anayasası , 1983 doğumlu olan beni , 2010 yılında hala etkiliyor.Atatürk devrimlerini çok hızlı gerçekleştirmiş olabilir.Gerçek devrimler hızlı gerçekleşir.Bu bir devirme politikasıdır.Torunlarımızın dahi hayatını etkileyecek bir kararın bu kadar hızlı verilmemesi gerektiğinin bilincinde olmamız gerekiyor.

Haydi o zaman : Bişey yapmalı ...

Cumartesi, Eylül 04, 2010

"Yol Dediğimiz Şey Tereddütten İbaret"(F.Kafka)


Her yüzüne tahammül edebildiğim Dostum.Seviyesizliğin en güzel hali.Gül cemalini tam 1 yıl önce bugün gördüm.Nereye gidersem gideyim , bana kattıklarını ömür boyu ruhumda taşıyacağım.İyi ki varsın …

Cuma, Eylül 03, 2010

without you I'm nothing

Anayasa değişikliği , referandum , Kılıçdaroğlu Adana mitingi ve yarın bizzat katılacağım Deniz Baykal Adana konferansı vs. vs. önemli konular gündemi bu kadar meşgul ederken , ben şimdi alakasız bir konuda yazacağım.

Hayatımda ilk kez ” Ben evlenmek istiyorum.” diyen bir adamla karşılaştım.Yani herkes evlenmek isteyebilir ama önüne fıstık atılmasını bekleyen maymunlar gibi bu kadar hevesle , her önüne gelenle değil sanırım.

Kadınların evliliğe , yuva kurmaya , evinin kadını , çocuklarının anası olmaya pek meyilli olması her zaman rastlayabileceğimiz ve dışa vurumunun aşırı boyutlarda olması sadece erkeklere değil , kadınlara da son derece itici gelen bir durumken , bir erkekte çok çok daha eğreti , itici durabiliyormuş.

Kahramanımız , en yakın arkadaşlarımdan biri ve kan bağım olan çok yakın bir insanında dahil olduğu , topluma bakış açıları , küçük dağları ben yarattım edaları nedeniyle benim pek sevmediğim bir meslek grubundan. Tıp doktoru.ÖSS puanlarının yüksek olması , tıp fakültesine girmek kadar mezun olmanın da zor olması ,yaptıkları işin doğrudan ”İnsan” unsuruna yönelik olması sebebiyle bu mesleğe saygım sonsuz.

Elinden doktor ünvanı alındığında , geriye Alsancak’ta kendine ait olan evi , otomobili , çalıştığı ilçede hastane karşısındaki diğer evi , “Ne dinlersin?” soruma çok farklı olduğunu düşündüğü için “Bilir misin ki ?” şeklinde cevap vermesine sebep olan Manowar , Wasp, Ozzy Osbourne’dan başka bir şey kalmayacak olan klasik bir adam.

Konuştukça anladım ki ; bağımlı insanları sevmiyordum ben.Aşka , sevgiye , geçmişe benimde zaaflarım var.Yaşama boyun eğmeyen bir hayalperest olabilirim.Tek başıma çıktığım yolda ,tek başıma ölebilirim de.Kendi gücüme dayanarak yaşamaya çalışıyorum.Bir adamın “Senin çalışmana benim ihtiyacım yok” cümlesine dayanmaksa hiç bana göre değil.

Güçsüz olabilir insan, mutsuz ,hüzünlü yada depresyonda.Sevmek isteyebilir yada çok sevilmek.İki kişilik bir dünya yada belki bir bebek isteyebilir.Ama bu tavır , her önüne geleni içine alan bir kasırga gibi , korkunç göründü gözüme , tehlikeyi fark ettiğim anda arkama bile bakmadan kaçmak istedim.

Yıllarını geçirdiği , aynı yastığa baş koyduğu kadını , bir başka kadını elde etmek için harcayan,diline pelesenk eden adamları sevmiyordum.Acele eden , sık boğaz eden ,” Hemen başlamazsa hiç başlamaz. “diyen , yangından mal kaçırır gibi , eksiklerini saklamak ister gibi , sığ sularda yüzen adamları sevmiyordum.

Ailesi , mesleği , varlığı , sahip oldukları ve olamadıkları ne olursa olsun , tek başına ayakta duramayanları , dili bir karış dışarıda , avlanmaya çıkanları ,kendi işlerini yapmaktan ve yaptırmaktan aciz olanları , sırf hayatının , evinin konforu uğruna evlenecek kadın arayanları özetle kadınsız hiç olan adamları sevmiyordum.

Not: Uzun zamandır uğraştığım ,bloga müzik ekleme işini ,halen tam manasıyla beceremesem de, kendisinden kopya çekerek gerçekleştirdiğim KuzeyGüney arkadaşıma teşekkürü borç bilirim. Mecbur olduğu için değil , çok sevdiği için hiç hissedenlere gelsin ...