Cuma, Eylül 11, 2009

Güzel günler göreceğim , güneşli günler…

Ne hızlı günler yaşıyorum aslında,ani rüzgarlar savurdu beni,içimde birikti damlaya damlaya,kendime gelemedim bir türlü.

Yaklaşık 3 aydır beklenen bir gün gerçekleşti,hayatımı sarıp sarmalayan bir hayal,insan siluetiyle karşıma geldi,konuştu,güldü,surat astı,yemek yedi,uyudu,küfretti… Sesini duydum ,gözlerini okudum,kendi sustu sessizliği anlattı saatlerce.Mimiklerini,kıvırcık saçlarını,küçük ellerini,mor converse ve mor bandanasını biliyorum artık… İlk kez, her zaman içimde kalmış olan,ambiyans yaratılmıştı benim için,kara kaplıya bir tik koyabildim sonunda,buda gerçekleşti manasında.Ve sırf o istediği için,derinleştirmeme oyununa bende katıldım, bilmediğim bir şehirde her yere başına buyruk giderek,temizlik,düzen etc.müdahale etmeyerek,neye çözüm olacaksa…

Şehir güzeldi,medeniydi,herkes gülüyordu,kıyafetler rahattı,ulaşım zordu ve dün aldığım haberle kapılarını bana açmıştı güzel İzmir.

Ve yine dün maruz kaldığım bir nevi “ışıklar ve sesler arasında tabuta alışma provası” nedeniyle benim yerimden kalkacak halim yok şimdi.Sevinemedim bile yüksek lisans için istediğim bölüme kabul edilmiş olmama.

Nedenler,niçinler dolaşıyor kafamda.Ben yüzüyorum diplerden,derinlerden yukarılara çıkmak için,tatlı bir suda mıyım,suyun kaldırma kuvvetinden faydalanamıyorum,ayağıma bir taş mı bağlamışlar, yoksa bir girdap mı var ,anlamadım ,çektikçe çekiyor beni dibe.

Ben diyemiyorum başkaları gibi “Benim karşı cinsle yaşayacak güzel bir şeyim kalmadı,hepsini yaşadım ben” diye.

Bakınca geriye, güzelliklerden daha aşina bana yerkürenin arka bahçeleri. İzin versem bir tahta kurusu gibi içten içe yiyecek beni,içimi boşaltacak,anlamsızlaştıracak,havada asılı kalacağım ruhsuz,hep geleceğe ertelenmiş heyecanlarımı da alıp götürecek benden.

İlk göz ağrım uzun bir yolculuğa çıktı,b.ktan bir sebepten,bu yıl 15 şubatta, bir daha ne zaman karşılaşılır bilinmez gül cemaliyle.8 yıldır doğum günüm ilk kez onun kutlama telefonu olmadan geçti,onsuz girdim ben yeni yaşıma…

Sevgilimin sevgilisi durumuna dahi maruz kalıyor insan şu hayatta.Sabahladığı evlerden anahtar yürütecek kadar zavallı,kendine ait ne sevgilisi, ne yeri olmadığı için hırsızlığı kanıksamış.Anne,babanın günlerce düşünüp özenle koyduğu,türlü tartışmalara sebebiyet veren güzel ismin sonuna ,gırtlaktan gelen bozuk Türkçe’siyle –ciğim ekleyerek,”sevgilin seni seviyor,biz sadece aynı yatağı paylaşıyoruz “diyebiliyor; sevgilin,kankası,fakülte ve üniversite bünyesindeki diğer er kişiler arasında kesişim kümesi oluşturan,ipten kopmuş şeriat mağduru…

Esas oğlan alıyor sözü ve sen dinin,dini algılayış biçimlerinin insanlara neler yaptığını görebiliyorsun işte.Yasaklarıyla ruhunu aç bıraktığı insanları,yasaklara daha çok yaklaştırıyor fark etmeden .Men edilmiş insanların,beyinleri başka şeye çalışamayacak hale geliyor,gelişemiyor ,üretemiyor,bir adım ilerleyemiyor dünya üzerinde.Sana dayatılmış inancını sorguluyorsun defalarca,utanarak.

Müslüman olan tüm toplumların benimsediği,kadını güçsüz,muhtaç, vah vah zavallı; erkeğiyse dünyanın hakimi ilan eden,yanlış gelmiş ve yanlış giden alışkanlıkları anlatıyor uzun uzun.”Her gün aynı oyuncakla oynanmaz” diyerek toplumsal bir boyun eğiş ve eğdirişi sana da yedirmeye çalışıyor gözlerinin içine baka baka.

M :---Yiyor musun?
B.İ. :---Yemiyorum

Tabi ki g.tümle dinliyorum zırvalamalarını.Kankanla birlikte, Pürenbuaz’a hayatın olmazsa olmazı,ilişki ve evliliklerinin devam ettirilme şartı,kabul edilmesi zorunlu bir kanun gibi itelediğiniz,dikte ettirdiğiniz,yatak maceralarınıza kılıf olan,aptal düşüncelerinizi kanımın son damlasına kadar kabul etmeyeceğim ben.

“Sen bu saçmalıkları evde çalışmadan oturan,para içinde yüzmesine rağmen tek hobisi eşyaların yerini değiştirmek olan,babanın bütün uyarılarına rağmen ve yine babanın parasıyla aynı anda 1 koltuk takımı ve 3200 TL değerinde Eiffel kulesi desenli kanepeyi alabilen annene anlat” diyorum. O kabul etsin hayat standartları, lüksleri uğruna sevdiği adamın tenini paylaşmayı.

Mutlulukta, acı da hayata dair. Ruhuna aldığın darbeler, burnuna,kulağına,bedenine aldıklarından ağırdır her zaman,kalıcıdır.Her canın taşıdığı yükler farklı ,benzeşse de kendi içinde,ikame edilemez birbiriyle.

Yeter ki umudum benimle kalsın, almasın kimse onu benden .Bazen düşerek ,bazen kalkarak,varlığım renkten renge bürünür ,karalar bağlar ama yine de; ben yaşarım aynı hevesle son nefesime kadar.Unumu eledim,eleğimi duvara astım benim yaşam felsefem olamaz.

Okumadığım ne çok kitap,dinlemediğim ne çok müzik,izlemediğim ne çok film var.Henüz Olympos’a gitmedim,İztuzunu,caretta carettaları görmedim.Mykonos ve Santorini’ye de,Gaudi’nin eserlerini görmeye de.Uzaklara gitmeye gerek yok Karadeniz ,Bozcaada ,Gökçeada’yı da görmedim.Sevdiğim adama Güneydoğu’nun her karışını ezbere bildiğim topraklarında rehberlik yapmadım henüz.Yazdığım kitap bitmedi.Yaptığım içli köftelerin şekli bile düzelmedi.Rafting yapmadım,paraşütle atlamadım,adrenalin seviyemi maksimuma ulaştıracak hiçbir aktiviteyi gerçekleştirmedim.İşten yorgun argın çıkmadım,sabahlara kadar çalışmadım.Sadece bana hazırlanmış bir sofra olmadı hiç.Sarhoş olmadım sevdiğim adamın kollarında.Sıradan yada sıra dışı,yaşayacak,yapacak o kadar çok şeyim var ki yeryüzünde,yeraltından gelen sesleri duymuyorum hala inatla ben.

Şu hayattan enine boyuna sevmeden, sevilmeden ,her hücremle aşkı hissetmeden gidersem gözüm açık kalır benim…