Perşembe, Aralık 10, 2009




Kendimi ifade edemediğim günler geçirdim, şaşırtıcı durumlar yaşadım,kendi iç dünyamı yazmaktan korktum bir süre… İçimden gelmedi ,canım istemedi,istilaya uğradı iç dünyam,genellemelere kapıldım ve bir olay yine yazıya yaklaştırdı beni.

Ruhu kırıldıkça insan büyüyor,törpüleniyor,hoşgörüyü ,tevazuyu öğreniyor.Yalnızlığa boğuldukça ruhu yüceliyor,marjı yükseliyor,gönlü genişliyor.

Bu kırık başka.Güçsüzlüğünde ,başkasının fiziksel gücüne muhtaç olmak ve bunun için kendine uyuz olmak çok çekilmez.

Bisikletten uçan,olmadık duvarlardan,ağaçlardan düşen,bugün bile hala dillere destan olan çocuk yaşlarımda ki haşarılığıma rağmen daha önce hiç kırılmamıştım.

İlkokula başlayıncaya kadar biberonuyla yapışık yaşamış,kalsiyum tabletlerini suda eriterek istisnasız her gün keyifle,itirazsız içmiş,her türlü süt ve süt ürününü bugün bile hala büyük bir keyifle tüketen,bunun bir kadının kendi vücuduna yapabileceği en değerli yatırım olduğunu bilen,6 yaşından itibaren Gençlik ve Spor İl Müdürlüğünün bütün yaz kamplarına yollanmış,pek güçlü ben,ilk kırığımla tanıştım.

Kırıldıktan sonra 3-4 saat boyunca aman incinmiştir diye pek de önemsememeye çalıştığım,üstüne bastığım,merdiven çıktığım,sonra etrafına bir can simidi geçirilmiş edasıyla şiştiğini görünce hastaneye koştuğum yorgun ve sancılı bileğim.

İnsana insan lazımmış anladım.Buz torbasını ayağıma tek başına koyamamak,banyo kapısına kadar birinin eşlik etme zorunluluğu,en zoru da merdivenler oldu bu süreçte.

Evimi özledim,annemi özledim ...

Hiç tatlı olmayan canım çok acıyor,acı eşiği yüksek ,dayanıklı bedenim çok dirayetsiz bugünlerde.Ama bir faydası var kırılganlık sürecimin.Sağ ayak kullanılamadığı , tüm ağırlığı sol yanım taşıdığı için ,sol güçleniyor durmaksızın.

Kırığım ve ben pek haşır neşiriz hala.Tanıyamadığım ayak bileğim ,şişlikleri ve mor renginden arınana kadar ayağıma alçı bile yapamıyorlar ve bu bekleme mühleti pek sıkıntı verici.

İki ayak üstünde durabilmenin kıymeti ,başka insanlara muhtaç olmamanın tadı hiçbir şeyde yokmuş,kaybedilmeden bilinmiyor sıhhatin değeri.Herşey gibi, buda geçecek.Belki çok şeye mal olacak,kayıplar olacak,mekanlar değişecek ama bu ızdıraplı günlerde elbet bitecek.

Çabuk bitsin ama baştan savma iyileşmesin,her yağmurda sızlamasın,soğuk günlerde bileğimden nefes alıyormuş izlenimi yaratmasın,hava kaçırmasın.Adam gibi iyileşsin ,beni üzmesin …

Pazar, Aralık 06, 2009

Herşeyini kendi başına yapmaya alışmış bir insan olarak,ayağımda ki kırıkla da tek başıma başa çıkmak zorundayım.Bu şehirde olmak,aileden uzak olmak zorluğunu ilk kez hissettirdi bana...

Perşembe, Kasım 19, 2009

Kocaman bir tebessüm,mutluluk ve teşekkürle deliler teknesine adanmıştır

Üniversitede ki çok sevdiğim bir hocam yazınızı okusaydı “iktisatçı her şeydir"diye cevap verirdi size.”Sosyologdur,ekonomisttir,işletmecidir,müşteridir,satıcıdır,her şeydir.”

Ne yazık ki yazma yeteneğiniz , felsefi derinliğiniz,iyi gözlemciliğiniz vb. sahip olunan özellikler bir saatlik mülakat esnasında ortaya çıkabilecek yetenekler değil,hoş ortaya çıksa bile bunlar sizin bankada yada herhangi bir işte sabah 08:00,akşam 18:00 çalışmanız için çokta gerekli özellikler değil.En ucuz varlığın insan olduğu bir ülkede,kim ister ki her şeyi sorgulayan ,didikleyen bir çalışanı.

Siz yazmak konusunda bile taşra üniversitesinden mezun birinin yeteneğiyle ilgili böyle hayrete düşerken ,neden bir işveren Ankara,İstanbul dahilinde ki üniversitelerden mezun olan birini işe almak yerine taşra üniversitesinden mezun birini işe almak istesin ki?

Benim işsizlik sorunum babam,dayım,amcam,eniştem ve bilumum iş bulma potansiyeli olan insanların,zerre kadar çabası,etkisi hatta haberi bile olmaksızın ,tamamen kendi çabalarımla son buldu.

İİBF mezununun kaderidir banka ama ben hiç bankada çalışmak istemedim ki.

Hep hayal ettiğim gibi ;içinde deniz barındıran bu güzel kıyı şehrinde,denizle ilgili ve uluslararası bağlantıları olan bir firmada yurtdışı satışta çalışıyorum.Hem de ürünü satmak için benim takla atmama ,pazarlama yeteneğimin olmasına,ekstra çabalara gerek kalmıyor. İnsanların görünce kaçmak isteyeceği konuma düşmeden,kasmadan germeden oluyor bütün bunlar,çünkü ürün kendini satıyor. Converse , kot pantolon vs. en rahat giysilerle çalışıyoruz çünkü müşterilerle yüz yüze değil,skype aracılığıyla iletişim kuruyoruz.

Umarım popüler kültür ve sanal gündemlerle oyalanan yurdum insanının işsizlik sorunu da benim gibi hayal ettikleriyle örtüşecek şekilde çözülür en kısa zamanda.

Hayalimle,yaşadığım arasında bir eksik var ,düşününce bile soluğum kesiliyor,canım yanıyor ……

Kocaman yeryüzünde bir kum tanesiyim.Yürüdüğüm uçsuz bucaksız yolumun hem karanlık hem aydınlık tarafı ,gecesi,gündüzü,ağaçlarımın dört mevsimi var benim.Yapraklarım baharda yeşerir,sonbaharda dökülür,dallarım buz tutar kış aylarında,Ağustos sıcağında kavrulur benim bedenim.

Tek duygu barındırmam içimde,tek renk olmaz benim duvarlarım.Bilirim grinin ,asil siyahın ,pembelerin,kırmızının ve eleğimsağmanın her tonunu,hepsini de hakkıyla yaşarım.

Yanarım,pişerim,ağlarım,düşerim,yine de eğilmez başım,dişiliğimin gücüne güvenir,dik durmayı bilirim.Zorlarım sürüklerim kendimi bir adım fazladan atmak,bir soluk daha almak için.Canımdan can kopar ,acıyı her hücremde hissederim ama yine de yaşarım ben.

Öyle bir aşk ki bu nefes almaya dair,öyle bir hırs ki bu toprağa tırnaklarını kenetlemiş,kendi kanıma ,canıma olan tutkum öyle derin ki benim ,vazgeçmem kendimden.

Söze olan zaafımdır bana duygularımı yazdıran,kelime ve müziktir hislerimin tercümanı.

Felsefe filozofların işi ,bense onların bıraktığı kırıntıları gagalayabilirim ancak ,okuduklarım,okumadıklarımın yanında nedir ki,bildiğimi bile bilmiyorum bazı şeyleri.Felsefe yapmak şöyle dursun büyük resmi bile algılamak zordur bana.Oldum dersem yenilirim,yinelerim,vazgeçerim yenilenmekten.

Olmadım hiç ve olmayacağım hiçbir zaman .....

Çarşamba, Kasım 18, 2009

http://delilerinteknesi.blogspot.com/2009/11/bloglar-aras-salnm.html

teşekkür ederim beğeniniz için.
http://delilerinteknesi.blogspot.com/2009/11/bloglar-aras-salnm.html?

Perşembe, Ekim 29, 2009

Me,Myself and I



Ne çok şey var yazacak ama günlerdir içimden gelmiyor bir türlü yazmak.Vaktim olmadı ,doğru,ama istenirse her şeye vakit bulunur ya ,ben istemedim demek ki yazmayı.

Kocaman bir şehri ardında bırakmak,tek başına cengaverliğe soyunmak,başkaldırmak bu olsa gerek.1000 km uzak bir şehirdeyim şimdi.

Semt adlarını bile zor aklımda tuttuğum, sürekli Gaziemir’i unuttuğum,otobüs numaralarının birbirine karıştığı bir şehirde tek başımayım kendimle.

İstediğim buydu ve sonunda oldu sanırım.Tabi eksiklikler var ,aylardır zihnimde birikenler ve hayal ettiklerimle örtüşmedi şu an yaşadığım tablo ama napalım onun adı da “kader” dedikleri şey galiba.

Gitmek ,bunu yapabilmek bazı şeylere çözüm müdür bilmiyorum,telefon açıp sürekli geri dön diyen biri varsa çok daha zorlaşabiliyor geldiğiniz noktaya alışmak.Ama bu parkur bana ait ve hangi noktada duracağımı ben belirleyeceğim,çatlak seslere kulak asmadan…

Bir evim var yalnızca bana ait.Saat sınırlamamın ,temizlik vb. zorunluluklarımın olmadığı ,zorunluluk olmayınca daha da istekle hareket edebildiğim ,benim keyfime hizmet eden bir ev.İnternetten 2 gün araştırarak bulduğum bir stüdyo ve aslında işyerime çok uzak.Otobüslere ,toplu taşıma araçlarına çok alışkın olmayan bünyem için zahmetli oluyor sabahın ilk ışığıyla yollara düşmek ama o bile keyifli “only me” hayalimin gerçekleştiği şu günlerde.

Evimi benim için çekici hale getiren,internette gördüğümde yeşil ışık yakmamı sağlayan şey eşyalı bir stüdyo olması.Perşembe yaptığım iş görüşmesi için cuma günü aranıp,pazartesi başlıyorsun dendiğinde hemen bulabileceğim maksimum buydu.Öğretmenevi kimliğim ve bu şehirde ailesiyle yaşayan evli bir kuzenim olmasına rağmen,saçma sapan öğretmenevi prosedürleriyle uğraşmamak,başka birinin yanında kendimi sığıntı ,ezik hissetmemek adına,bu stüdyoların sahibiyle sıkı bir pazarlık yaparak,depozito ve kontrat olmaksızın buraya yerleştim şimdi.1-2 ay sonra muhakkak buradan başka bir eve taşınmam gerekiyor çünkü burası benim istediğim gibi canım sıkılınca deniz kenarına gidebileceğim konuma sahip değil.Şu an bulunduğum nokta itibariyle canım sıkılsa kendimi dağlara,taşlara vurabilirim ancak ve ancak.

Çalışmaya bir noktadan başlamam gerekiyordu ,evde oturmak beni her geçen an daha da bunaltıyordu ve şimdi istediğim gibi bir işte çalışıyorum.Bana 2 gün sonra başlıyorsun demeseler ,birazcık düşünme mühleti verselerdi belki ben burada olamazdım şimdi.Düşünür ,taşınır,vazgeçerdim belki de.

Herkes ister minimum 3000 TL maaşla, çok iyi bir pozisyonda işe başlamayı ama bu sadece ütopyadır,deneyimsiz ve çokta vasıflı olmayan,reputable bir üniversiteden mezun olmamış Türk evladı için.

3 günde bile çok şey öğrenebildiğim bir işim var şimdi.Nato fonetik alfabesini ezberlemem,ihracat teslim şekillerini,düzenlenen belgeleri öğrenmem ve en önemlisi dünyanın dört bir yanından farklı aksanlara sahip insanlarla skype aracılığıyla İngilizce konuşmam ,konuşmak yine neyse,onların bana ne dediklerini anlamaya çalışmam gerekiyor ve hal böyle olunca maksimum performans göstermem bekleniyor benden.

Nihayet bugün tatil,ben gidip kendime ilk iş olarak bir yastık satın almalıyım ve bu yastık pamuk yada elyaftan yapılmış olmalı.İlk gün bulduğum kaz tüyü yastığı,2 m uzaktan bile fark edilen kokusu sebebiyle satın almaktan vazgeçince 3 gün yastıksız uyudum neyse ki bu çok zor bir durum değil benim gibi düze yakın yastıkta uyuyan biri için.

Çok insanla tanıştım,kendime bir trekking grubu ,gidilecek birkaç mekan buldum ve tiyatro sezonunun açılmasıyla birlikte aynen alıştığım tiyatro düzenimi devam ettireceğim,daha çok oyun izleme imkanı bulabileceğim bu şehirde.

Uygulamaya koyabildiğim bu radikal kararın bana kesilen bir faturası tabi ki olacaktır.Seçimlerimin bir alternatif maliyeti var muhakkak.Geride kalanlardan özlediklerim ,belki pişmanlıklarım ,”keşke” lerim olacak,an gelecek özlem duygularım ağır basacak birkaç damla süzülecek gözlerimden ama bu benim hayatım .Şimdiye kadar bencillik nedir gerçek manada bu duyguya yabancı olan benliğim , almamayı kanıksamış,vermeye alışmış,bunu da çok normalmiş gibi kabullenmiş ,yaşam tarzı olarak benimsemiş varlığımın ilk başkaldırısı bu.

Hayata bağlayacak bir şey istiyor bazen insan yanında, aşk değil,sevgi değil asla,anlayış,bir yaşama sebebi,bir koku ,mis gibi bir ten kokusu ve en önemlisi güven ama ben bunu istemekten bile vazgeçiyorum artık,kendime alışacağım,yollarım izin verdiği,yürümeye,koşmaya gücüm yettiği , kendi gücümle gidebildiğim yere kadar …

Salı, Ekim 27, 2009

benim hayatım ...



1 günde ev ,3 günde iş sahibi olmak ,1000 km uzaklara taşınmak ,tek başına yaşamak ,nefes almak ,nefes almak ,nefes almak ....

Pazartesi, Ekim 26, 2009

Gitmek zormuş,istenirmiş ama olmazmış ya ,ben gittim.5 aydır değişmeyen süreç ,3 günde nasıl değişti inanamıyorum.

Düşünmeye, ne olurdu , ne olmazdı , acaba demeye fırsat bulamadan gittim ben.

Yeni bir şehir , yeni bir ev, tek kişilik bir hayat ,kendimi aşıyorum ,küllerimden doğuyorum yine ,yeniden …

Pazar, Ekim 25, 2009

Gitmek

Bugünlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına,
Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara...

Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey...
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.

Öyle "yanına almak istediği üç şey" falan yok.
Bir kendisi.
Bu yeter zaten.
Her şeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.

Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.

Böyle gidiyoruz işte.
Bir yanımız "kalk gidelim",
öbür yanımız "otur" diyor.

"Otur" diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira...
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
Güvende olma duygusu...
En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık,
Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz...
Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.

Evlenmeler...
Bir çocuk daha doğurmalar...
Borçlara girmeler...
İşi büyütmeler...
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.

Misal ben...
Kapıdaki Rex'i bırakıp gidemiyorum.
Değil bu şehirden gitmek,
İki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmez ki...
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında,
Herkes onu, o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?

"Sırtında yumurta küfesi olmak" diye bir deyim vardır;
Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin,
Kendi imalatımız küfeler.

Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazım,
İnadına kök salmak lazım.

Bari ufak kaçışlar yapabilsek.
Var tabii yapanlar, ama az.
Sadece kaymak tabakası.
Hepimiz kaçabilsek...
Bütçe, zaman, keyif... Denk olsa.
Gün içinde mesela...
Küçücük gitmeler yapabilsek.

Ne mümkün.
Sabah 9, akşam 18
Sonra başka mecburiyetler
Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
Bu kadar ağır olmamalı.

Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı, bir ömür yani.
Ne saçma...
Bahar mıdır bizi bu hale getiren?
Galiba.

Ben her bahar aşık olmam ama
Her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç,
Ama olsun... İstemek de güzel.

Can Yücel

Salı, Ekim 20, 2009



Yatağın ters tarafından kalkmış halim ,”bezdim dünya senden” surat ifademle pek sevgili kuaförümü ziyarete giderken ,benim uyuz olduğum ,çok meşhur plastik bardaklı kahveler zincirinin pek piyasa bir şubesinin önünden geçmekteyken birilerinin bana seslendiğini duydum.

2 arkadaş .Aynı okulda 7 yıl okunmuş,birbirimizin ilkokul sonrası ilk günleri ve lise yıllarının son günlerine şahit olmuş,hala her yıl istisnasız doğum günü,bayram seyran kutlamış,can sıkıntısı,dibe vuruşlar ,hastalık ,sağlık,mezun olma ve hatta olamama gibi mutsuz/mutlu haberlerinden her daim haberdar olmuş ama niyeyse dost diyemediğim 2 kadın.

Sarıldık , koklaştık , ayak üstü pek seviştik ,otur ısrarlarına rağmen inatla oturmadan ayakta yaklaşık 30 dakika dem vurduk hayatın akışından.

“Görüşelim muhakkak , toplaşalım hatta okulu ziyaret edelim ,hocaları da görürüz “ sözleri arasında vedalaştık.Tam ayrılırken duyduğum cümleyse içimden küfretmeme neden oldu ”Biz her akşam 19 gibi buradayız,uğra istediğin zaman”.

Severdim ikisini de ,iyi kızlardı.Ayrılmayan 5 hatunduk biz ve inanılmaz maceralarımız vardı.Ama üniversiteyle iyice ayrılmıştı önce ki yıllarda paralel olan yollar.5 kadının, 5 farklı şehirde, geçen zamanla biriktirdiklerimiz ve şekillenen dünyaları kesişmiyordu artık eskisi gibi birbiriyle.10 sene önce hepimiz aynı marka pantolonun aynı modelini giyerken,bugün herhangi bir korelasyon kurulamazdı bizim aramızda.

Açmıyordu beni hergün sırf kendini göstermek için gidilen ,kim ne giymiş,kimle birlikte gelmiş muhabbetleri dönen ciks mekanlar.Ve bu tikky mekanlara hergün bayılan onlarca Türk Lirası.

Bölünerek çoğalıyordu bu zincir bu şehirde,içinde çok az şey barındıran şehrin tek üniversitesinin içinde bile açılmış bundan bir tane.Üniversite öğrencisi ucuz yer,içer,parası pulu kısıtlıdır,kimse gelmez buraya diye düşünmemelerine yol açan müşteri potansiyelini görmüş , arpa boyu yol ilerlemeye niyeti olmayan Adana’mın tek üniversitesine açmışlar “franchise” larını.

Denenmemişi denemeyi,yeni şeyler öğrenmeyi ve kaliteye para vermeyi daima severim ben ama anladım kendimi.Cimriyim ben,cimri ve inatçı ve muhalefet ve uyuz.

Bu tamamen benim eksikliğim.Kahveyi her ayrıntısıyla anlayabilecek bir kültürüm,kahve düşkünlüğüm,damak zevkim olmadığı için pek bir şey anlayamadığım kalori bombası ,maksimum yağlı,taşikardi yapan,plastik bardakta,üstünde ismim yazan,benim kişisel tercihlerim nedeniyle muhtemelen içi buz dolu olan kahveye minimum 7, bilmiyorum maksimum kaç Türk Lirasını her gün vermek hiiiiiç bana göre bir şey değildi.

O kahvenin Costa Rica,Kolombiya,Kenya,Fil Dişi Sahilleri yada hangi cehennemden geldiği ,çeşidinin Arabica, Robusta yada ne halt olduğu ,tadının,aromasının dolgun,odunsu,çiçeğimsi olmasının ,içince verdiği hissiyatın güney bilmem nerenin, x çölünün z dağlarının rüzgar kokularının rehasını uyandırdığının benim için hiç mi hiç önemi yoktu.

Bu olay bana tamda gününde gelmişti. Benim hayatım böyleydi daima,kader ağlarını örer,bana da bolca düşünecek malzeme çıkarırdı ,sanki önceki sevkiyatta, beynime gelenleri düşünmeyi bitirebilmişim gibi …

Bugün öğleden sonraki rutin hastane ziyaretlerimden birinde güzel bir kız çocuğu koridorda ağlıyordu ve yanında kimse yoktu. Çocuklara hassasiyetim var ama uzaktan severim ben hatta şımarık çocuklara da pek ilişmem.Ama bu güzel kız tek başına olduğu için yaklaştım ona.Neden ağladığını sordum ,kardeşim dedi.Kardeşi boncuk gözlü bir çocuk ve henüz 8 yaşında .Lenfoma (Lenf kanseri).Aile Şanlı Urfa’dan gelmiş buraya tedavi için.3 çocukları var .2 yıl önce başlayan oğullarının hastalığı ,zaten maddi imkansızlıklar nedeniyle zorla okula yolladıkları kızlarını okuldan almalarına sebep olmuş.Koridorda gözyaşı döken ailenin ilk kuzusu, hariç okuma yazma bilmiyordu bu çocuklar.

Varını yoğunu adamıştı bu aile oğulları uğruna , elde avuçtakini harcamış, bekliyorlardı “Allah’tan umut kesilmez ” nidaları arasında.Gözünün önünde eriyen yavrusu ,ilaçlar,tedaviler,doktorlar arasında daha da yorulan minicik bir can ve geçirilen bu hem uzun ,hem çaresiz süreç onmayacak yaralar açıyordu onların hayatlarına.

Giden gidecek belki ama geride kalanlar ne yapacaklar kim bilir gidenin ardından. 2 filiz bu imkansızlıklar dahilinde nasıl yaşayacaklardı,hazırlanacaklardı gelecek yıllara,kocaman bir ömre… 1 saatten fazla kaldım yanlarında,sohbet ettik,kitap okuduk küçüklerle azıcık.

Her yerde projeler vardı.(Tabi bu projelerin sloganlarıyla dalga geçmeyi kendine ilke edinmiş insanlar topluluğu da var.)Eğitim Gönüllüleri,Çağdaş Yaşamı Destekleme,Baba Beni Okula Gönder.Ayda sadece 4 bardak kahve parasına okumayan kızımız kalmasın…(Gazete ilanı gibi oldu)

Her gün içilen o dünyayı tavaf edip,ülkemize konuşlanmış ,kahveyi sadece haftada 3 e indirmekle yeni bir insana umut kapısı olunabilirdi,yeni bir hayat şekillenir,bir fidan yeşerebilirdi Şanlı Urfa’da ki bir köyde.Uzun denklemlere,istatistiksel verilere,ekonometrik analizlere gerek yoktu formül çok basitti işte.Sadece 7’yi 3’e indirmekle ayda 4 insan kazanabiliyorduk.

Bunları düşünmek çok mu zordu ,benim 2 arkadaşım için.Birisi Tarsus’ta bulunan ilkokul bahçesini andıran özel üniversiteden Hukuk Fakültesi mezunu olan,diğeri sosyolog fakat sırtını müteahhit (bu kelimeyi hiç sevmem,anlamsızlığını anlamakta zorlanırım) olan eşinin kabarık portföyüne dayamış olan sevgili arkadaşlarım için.
İlla hasta olmak gerekmiyordu , illa sosyal yada maddi imkanların kısıtlı olduğu bilmem nerenin dağ köyünde yaşamakta gerekmiyordu başka insanları düşünmek için.Pozitif sosyal davranışlardan bihaber bir hukukçu,topluma duyarsız bir toplum bilimci, ilerde de duyguları kör,çocuğuna sadece tüketmeyi ,bireyselliği benimseten bir anneye dönüşecekti muhtemelen.

Ne çok yanlış yapıyoruz hepimiz.Nerden başladım nerelere geldim.Mashall yardımıyla “üretme ,ithal et” anlayışının temelleri atılmış, gitgide yeni boyutlar kazanmış,benim ilkokul yıllarımda fındıklar ve sütler dağıtılmış,bugün kömürler,kitaplar ,okul gereçleri dağıtılmış ve ipin ucu kaçmış.Topluma balık tutmayı öğretmeyip,önüne balık atmayı uygun görmüş,dilenci ruhlu ,yan gelip yatan bir toplumun üzerine yeni katlar inşa edilmiştir.Ne acıdır ki insanlarımız da durumu kanıksamış ,değişim rüzgarlarını hemen kabullenemedikleri halde bu hayat tarzını benimsemişlerdir.

Yapılan bazı kampanyalar ,çalışmalar bile toplumun gerçeklerini göz önüne almaksızın planlanıyor,yerine oturmuyor , gerçek hedeflerine ,amaçlarına bilerek yada bilmeyerek ulaştırılmıyor.Sadece yanına yapıldı şeklinde bir tik atılmasına sebep oluyor yada sponsor firmanın bazı vergilerden muafiyetini sağlıyor faydalı olmayı amaçlarken faydasız hale geliyor,havada kalıyor…

Duyarlılığımız azaldı mı,yoksa ben mi çok hassasım bugün,bananecilik hepimizin hayatına girmedi mi yoksa ben mi yanlış görüyorum,empati çığırtkanlığı yaparken ,her sokakta NLP ,kişisel gelişim ,iletişim merkezleri açarken nerde kaldı bizim gönül gözümüz ,anlayamadım.

Keşke daha az görsem ben.Daha az görsem,daha az düşünsem ve en önemlisi daha az hissetsem.Keşke….

Pazartesi, Ekim 19, 2009

Bir minicik kapsül.Var oluşu engellediği gibi , göçü de sağlayabilir. Ötenazi yasal olsun ,intiharın kalanlara verdiği psikolojik baskı ortadan kalksın, giden kalanları düşünmesin, giden gitsin , kalan kalsın …

Komünisttir yağmur ,herkese eşit payda yağar .Hiçbir yağmur söndüremez , gözümün yağmurunu …

Perşembe, Ekim 08, 2009

Çok acı var , dayanamıyorum




Cevabın asla net şekilde sıralanamayacağı,”bir kadın ne ister” sorusunu yanıtlamaya çalışmaktansa,neleri istemediğini özetlemek çok daha kolay,anlaşılır olur ve az zaman alır.Kadınları sahip oldukları farklı kriterlere göre kategorilendirmek lazım mı yada yanlış mı bilemiyorum.Çok etkilendim…

Belki istediği bir aşktı yoksa düzen mi istiyordu hayatına sıradan ve herkesleştirilmiş.Herkes olamazdı ki öyle bir kadın.Namus cinayetleri ve töre üzerine çalışmalar yapacak kadar duyarlı,öğrencileri tarafından gülme krizine giren ,hiperaktif hoca olarak adlandırılan ,duyarlı bir sosyolog.

Sadece bir sözü, okuduğumda içimin cız etmesine sebep oldu;”Çok acı var ,dayanamıyorum.”

Neye bakmış yada ne görmüştü yalan ,yanlış uzayıp giden dayanamamıştı.Ne yaşamış yada neyi yaşayamamıştı da en büyük başkaldırıyı seçmişti kendine yol olarak.İçinde yaşadığı dünyanın yada toplumun acısı mıydı benliğini saran yoksa kendi kadınlığına ,varlığına ait bir iç acısı mıydı ,onu sorgulamaların en ağırı olan iç yolculuğuna sürükleyen.

Çocuk mu istemişti, kendi canından,kanından bir can yaratmak;yoksa benim gibi ,bir çocuğa verilebilecek en büyük zararın,en kötü hediyenin bu dünya olduğunu mu düşünüyordu yaşadığımız günün koşulları altında.

Dengesiz bir dünyada ,bir kadın, denge bulmaya çalışırken,tesadüfen hayatına gelen her şeyin denge bozucu unsur olabilmesi ,planları ,umutları ve geleceği yok etmesi söz konusuysa 2 seçeneğinden kolay görünenine sığınabilir.Gitmek.

Ve aslında en zorudur gitmek, gitmek zor değil de , geride ne bıraktığını düşünmemek zordur.

Kırılgan bir çocuğum ben
Yüreğim Cam kırığı
Bütün duygulardan önce
öğrendim ayrılığı
Saldırgan diyorlar bana
oysa kırılganım ben
Gözyaşlarım mücevher
saklıyorum herkesten
Ürküyorlar gözümdeki ateşten
Ürküyorlar dilimdeki zehirden
Ürküyorlar o dur durak bilmeyen
gözükara cesaretimden
Diyorlar: Bir yanı sarp bir uçurum
Bir yanı çılgın dağ doruğu
Oysa böyle yapmasam ben
Nasıl korurum içimdeki çocuğu?
Bir yanım çılgın nar ağacı
Bir yanım buz sarayı

"Murathan Mungan"

Salı, Eylül 29, 2009



Dünya ucundan çekiyor ben öbür ucundan, o vermeyeceğim diyor ben inatla alacağım diye çekiştiriyorum hayaller sepetimi.Çünkü onlar benim hayallerim,o sepeti ben oluşturdum beynimde uzun yıllar düşüne düşüne.Şu an bulunduğum noktaya,bu yaşa getiren ve hala birazcık olsun akıl sağlımı koruma nedenim o biriktirdiğim hayaller benim.

Sadece yönetici asistanı yani bildiğimiz sekreter ilanlarının sahipleri arıyorlar beni.Hiç küçümsemiyorum ,öyle bir halet-i ruhiye içerisindeyim ki taş taşı deseler yapacağım hiç itiraz etmeden çünkü çok sıkıldım.Dışarıda eşekler gibi çalışmam gereken ,şu verimli yaşta ben evde oturuyorum.

Gel gör ki bunu benim kraliyet soyundan gelen pek muhterem aileme hatta sülaleme anlat.Yönetici asistanı da neymiş,sekretermiş.Olmazmış ,öyle işte çalışamazmışım bla bla bla.Fenalık geldi akıl verenlerden.Ne güzel bayram dönüşü başlamak üzere konuşmuştum firmayla,İzmir’de olacaktım ve değişecekti mekanım,zamanım …

3 aydır tek satır okumadım ben kitap kurdu.Nekahat dönemindeyim sanki ne izledim,ne okudum,ne çalıştım.Dinlenmekten yoruldum.Sırf bu dönemi telafi etmek adına son İzmir seferi dönüşünde, hevesle keşfettiğim kitapçılardan 11 adet kitap satın aldım.Ordan buraya taşıdım.Okudum mu? Yoo sadece bir tanesini yarısına kadar,geride kalanlarla günlerdir bakışıyoruz sadece.

Galiba gitgide kaybediyorum hevesimi, ruhumu hırpalayanlara başkaldıramıyorum,güçsüz hissediyorum sanki …

Yaşama tutunmaktan vazgeçtiğin gün,uçup gitme zamanı da gelmiş demektir .Azıcık daha ertelesek diyorum olmaz mı ???

Cumartesi, Eylül 26, 2009

25 Eylül , Anneme … Bütün zorlukları birlikte aştığımız ,

Dört duvar arasında,hayatı,sadece gözlerimizle konuşarak paylaştığımız,

Yaşadığın bir ömürlük kaosun meyveleri olan bizi hiç bırakmadığın,

Çıkmaz sokaklar,çözümsüz sorunların faturasını bize ödetmemek adına ruhumuza siper olduğun,

Sonsuz sevgin,saygınla,uzaktan koruyan,çok konuşmayan ve asla uzaklaştırmayan olduğun,

Dönüp baktığımda hep arkamda, ağlamak istediğimde hep omzun bana rezerve edilmiş,

Nasılsa göçüp gideceksin diyerek bana yatırım yapmayı reddedenlere inat;Hayallerimi gerçekleştirmem için bana hep yol gösterici olduğun,

Yılmadan ,yorulmadan maddi manevi sınırlarını zorladığın,

Benden asla vazgeçmediğin için

İyi ki varsın Müjde, sen çok yaşa , ömrün uzun olsun …

Cuma, Eylül 18, 2009



Bayram seyran ,böyle kalabalık akraba ziyaretleri beni boğar daima.Rahat olamıyorum napsamda,herkesin çok meraklı ve seni mecbur bırakan soruları,ilginç önerileri,akıl veren tarzlarından hazzetmiyorum hiç.Zira yinede kırmamak adına yollar göründü bize,dayanabildiğimiz kadar.Şimdi deniz kenarı bir yerde olmak vardı,ben ve yalnızlığımla...

197 günlük katil yakalandı sonunda,Türk milleti bir 197 gün daha bu konunun mutfak,giriş,gelişme,sonuç ve gelecek kısmıyla eminim fazlasıyla haşır neşir olacaktır.

Ve bir konu daha,Can Dündar...

Kimsenin özel hayatı kimseyi ilgilendirmez fikrini savunurum daima ama kayıtsız kalamadım.

Aldatmayan erkek görsem kafamı keseceğim,şu an konuya dair yazdıklarım klişe ama erkelerde klişe maalesef,hepsi aynı halt.Aldıkça vermeyi unutan, yaşamını adayan,seven kadınına daima yamuk yapan,sağ gösterip sol vuran,hiçe sayan,küçük dağları ben yarattım havasında,şımardıkça şımaran…

Neden diye bir kitap vardı sana ait,sorguluyordu her şeyi,şimdi ben sana soruyorum neden???

O ince cümlelerin sahibi,uzun uzun okuduğum adam ,karısını aldatmış,öpüşürken yakalanmış.Hadi öpüştün niye başka bir kadınla,hadi aldattın niye ulu orta yerde öpüştün,hadi öpüştün niye yakalandın,yakalandın niye hala evlisin,karının en önemlisi çocuğunun yüzüne nasıl bakacaksın?18 yıllık emek bir çırpıda hiçe sayılır mı böyle?

Sevmek suç değil,başkasına aşık olmak da değil ama onca yıllık eşini ,çocuğunu küçük düşürmek neden?O kadına aldatılma psikolojisini yüklemeye,ruhuna bir ömür kapanmayacak bir yara açmaya hakkın var mı?Çocuğunun okul sıralarında bu konuyla ne kadar başı ağrıyacak hiç düşündün mü?Kadınlara ,adamlara ve cinselliğe bakışı ne olacak ilerleye yaşlarda?

Okumuyorum artık o güya pek hisli yazılarını,Protesto ediyorum,Midemi bulandırdın,Kurwa mac.

Seven, özverili kadın aptaldır,erkek onu hesaba almaz.İyi gün,kötü gün birlikteliği yoktur,yalandır.Kötü günde erkek eşinin dizinin dibindedir,iyi olduğu gün başka hatunlar peşinde.Yazık.

Hepinize sizi yere yapıştıracak kadınlar diliyorum,siz ona hayatınızı adasanız da,kendi hayatından size zırnık koklatmayacak,her gün sizin hayatınızdan çaldıkça çalacak,aldıkça alacak ve hiçbir zaman vermeyecek,verse de size yetmeyecek!

Spatulayla kazınsanız bile asfaltta erimiş ,yapışmış parçalarınızın kalmasını diliyorum…

Sevgiyi ve saygıyı hak etmiyorsunuz…

Aşk mı,oda ne aman uzak kalsın….

Cuma, Eylül 11, 2009

Güzel günler göreceğim , güneşli günler…

Ne hızlı günler yaşıyorum aslında,ani rüzgarlar savurdu beni,içimde birikti damlaya damlaya,kendime gelemedim bir türlü.

Yaklaşık 3 aydır beklenen bir gün gerçekleşti,hayatımı sarıp sarmalayan bir hayal,insan siluetiyle karşıma geldi,konuştu,güldü,surat astı,yemek yedi,uyudu,küfretti… Sesini duydum ,gözlerini okudum,kendi sustu sessizliği anlattı saatlerce.Mimiklerini,kıvırcık saçlarını,küçük ellerini,mor converse ve mor bandanasını biliyorum artık… İlk kez, her zaman içimde kalmış olan,ambiyans yaratılmıştı benim için,kara kaplıya bir tik koyabildim sonunda,buda gerçekleşti manasında.Ve sırf o istediği için,derinleştirmeme oyununa bende katıldım, bilmediğim bir şehirde her yere başına buyruk giderek,temizlik,düzen etc.müdahale etmeyerek,neye çözüm olacaksa…

Şehir güzeldi,medeniydi,herkes gülüyordu,kıyafetler rahattı,ulaşım zordu ve dün aldığım haberle kapılarını bana açmıştı güzel İzmir.

Ve yine dün maruz kaldığım bir nevi “ışıklar ve sesler arasında tabuta alışma provası” nedeniyle benim yerimden kalkacak halim yok şimdi.Sevinemedim bile yüksek lisans için istediğim bölüme kabul edilmiş olmama.

Nedenler,niçinler dolaşıyor kafamda.Ben yüzüyorum diplerden,derinlerden yukarılara çıkmak için,tatlı bir suda mıyım,suyun kaldırma kuvvetinden faydalanamıyorum,ayağıma bir taş mı bağlamışlar, yoksa bir girdap mı var ,anlamadım ,çektikçe çekiyor beni dibe.

Ben diyemiyorum başkaları gibi “Benim karşı cinsle yaşayacak güzel bir şeyim kalmadı,hepsini yaşadım ben” diye.

Bakınca geriye, güzelliklerden daha aşina bana yerkürenin arka bahçeleri. İzin versem bir tahta kurusu gibi içten içe yiyecek beni,içimi boşaltacak,anlamsızlaştıracak,havada asılı kalacağım ruhsuz,hep geleceğe ertelenmiş heyecanlarımı da alıp götürecek benden.

İlk göz ağrım uzun bir yolculuğa çıktı,b.ktan bir sebepten,bu yıl 15 şubatta, bir daha ne zaman karşılaşılır bilinmez gül cemaliyle.8 yıldır doğum günüm ilk kez onun kutlama telefonu olmadan geçti,onsuz girdim ben yeni yaşıma…

Sevgilimin sevgilisi durumuna dahi maruz kalıyor insan şu hayatta.Sabahladığı evlerden anahtar yürütecek kadar zavallı,kendine ait ne sevgilisi, ne yeri olmadığı için hırsızlığı kanıksamış.Anne,babanın günlerce düşünüp özenle koyduğu,türlü tartışmalara sebebiyet veren güzel ismin sonuna ,gırtlaktan gelen bozuk Türkçe’siyle –ciğim ekleyerek,”sevgilin seni seviyor,biz sadece aynı yatağı paylaşıyoruz “diyebiliyor; sevgilin,kankası,fakülte ve üniversite bünyesindeki diğer er kişiler arasında kesişim kümesi oluşturan,ipten kopmuş şeriat mağduru…

Esas oğlan alıyor sözü ve sen dinin,dini algılayış biçimlerinin insanlara neler yaptığını görebiliyorsun işte.Yasaklarıyla ruhunu aç bıraktığı insanları,yasaklara daha çok yaklaştırıyor fark etmeden .Men edilmiş insanların,beyinleri başka şeye çalışamayacak hale geliyor,gelişemiyor ,üretemiyor,bir adım ilerleyemiyor dünya üzerinde.Sana dayatılmış inancını sorguluyorsun defalarca,utanarak.

Müslüman olan tüm toplumların benimsediği,kadını güçsüz,muhtaç, vah vah zavallı; erkeğiyse dünyanın hakimi ilan eden,yanlış gelmiş ve yanlış giden alışkanlıkları anlatıyor uzun uzun.”Her gün aynı oyuncakla oynanmaz” diyerek toplumsal bir boyun eğiş ve eğdirişi sana da yedirmeye çalışıyor gözlerinin içine baka baka.

M :---Yiyor musun?
B.İ. :---Yemiyorum

Tabi ki g.tümle dinliyorum zırvalamalarını.Kankanla birlikte, Pürenbuaz’a hayatın olmazsa olmazı,ilişki ve evliliklerinin devam ettirilme şartı,kabul edilmesi zorunlu bir kanun gibi itelediğiniz,dikte ettirdiğiniz,yatak maceralarınıza kılıf olan,aptal düşüncelerinizi kanımın son damlasına kadar kabul etmeyeceğim ben.

“Sen bu saçmalıkları evde çalışmadan oturan,para içinde yüzmesine rağmen tek hobisi eşyaların yerini değiştirmek olan,babanın bütün uyarılarına rağmen ve yine babanın parasıyla aynı anda 1 koltuk takımı ve 3200 TL değerinde Eiffel kulesi desenli kanepeyi alabilen annene anlat” diyorum. O kabul etsin hayat standartları, lüksleri uğruna sevdiği adamın tenini paylaşmayı.

Mutlulukta, acı da hayata dair. Ruhuna aldığın darbeler, burnuna,kulağına,bedenine aldıklarından ağırdır her zaman,kalıcıdır.Her canın taşıdığı yükler farklı ,benzeşse de kendi içinde,ikame edilemez birbiriyle.

Yeter ki umudum benimle kalsın, almasın kimse onu benden .Bazen düşerek ,bazen kalkarak,varlığım renkten renge bürünür ,karalar bağlar ama yine de; ben yaşarım aynı hevesle son nefesime kadar.Unumu eledim,eleğimi duvara astım benim yaşam felsefem olamaz.

Okumadığım ne çok kitap,dinlemediğim ne çok müzik,izlemediğim ne çok film var.Henüz Olympos’a gitmedim,İztuzunu,caretta carettaları görmedim.Mykonos ve Santorini’ye de,Gaudi’nin eserlerini görmeye de.Uzaklara gitmeye gerek yok Karadeniz ,Bozcaada ,Gökçeada’yı da görmedim.Sevdiğim adama Güneydoğu’nun her karışını ezbere bildiğim topraklarında rehberlik yapmadım henüz.Yazdığım kitap bitmedi.Yaptığım içli köftelerin şekli bile düzelmedi.Rafting yapmadım,paraşütle atlamadım,adrenalin seviyemi maksimuma ulaştıracak hiçbir aktiviteyi gerçekleştirmedim.İşten yorgun argın çıkmadım,sabahlara kadar çalışmadım.Sadece bana hazırlanmış bir sofra olmadı hiç.Sarhoş olmadım sevdiğim adamın kollarında.Sıradan yada sıra dışı,yaşayacak,yapacak o kadar çok şeyim var ki yeryüzünde,yeraltından gelen sesleri duymuyorum hala inatla ben.

Şu hayattan enine boyuna sevmeden, sevilmeden ,her hücremle aşkı hissetmeden gidersem gözüm açık kalır benim…

Perşembe, Eylül 03, 2009




Vardı dün akşamdan beri bu bavulda bir şey zaten.Dün yerleştirdim her şeyi hazırım dedim,kapının önüne koyayım dedim ,tekerleği kırıldı.Sığdıracak boyutta başka bir alternatif bulamadığımdan,şu herkesin kullandığı boy boy lacivert bavulların en büyüğünü aldım ve biraz eksilterek tekrar yerleştirdim eşyalarımı.

Bu sabah 1.5 saatlik yolculuğun ardından,havaalanında bavulumu bekliyorum ,alıp çıkayım bir an önce diye ama bir türlü gelmiyor.En sonunda herkesin evinde bulunması muhtemel bavul ve ben kaldık başbaşa. Ama üstünde başka bir isim.

Aradılar o isme ait kayıtlardaki telefon numarasını kullanılmayan bir telefon numarası.Rapor tuttular,prosedürü anlattılar ve buluruz bavulunuz kaybolmaz dediler.Çıkarlarımı koruyan prosedürü sevdim,benim bavulumu alan kişi bana bavulu getirecek ,ben kontrol edeceğim eksik var mı yok mu,eksik yoksa elimdeki raporu onlara vereceğim,onlarda raporla gidip havaalanından kendilerine ait bavulu alabilecekler.

Ben elimde sadece laptopumla çıktım havaalanından.Uzun bir yolculuk ve kalacağım yerdeyim.Öğle vaktini çoktan geçti ,haber yok firmadan.Ben aradım,biletin alındığı acentayı arayın yada bana biletin alındığı acentanın ismini verin,ailem araştırsın Adana’da dedim.Ben akıl veriyorum, bu sorunla bin kez karşılaşmış olması muhtemel firma çalışanlarına.Biraz zaman sonra aradılar beni ,aramışlar ,acentanında numarası kapalıymış,sesli mesaj bırakmışlar.Gülünç açıklamalardı bunlar gerçekten…

Bende bu arada boş durmamıştım tabi.Hep böyle karmaşaları benim çözmem gerekirdi zaten.Bana kalan bavulun üstündeki ismi bir dedektif edasıyla google’a yazdım,karşıma 7.sınıf öğrencisi bir kızın Mersin’de dershane kaydı çıktı.Dershaneyi aradım,bana numarayı vermediler haklı olarak ,bende siz ulaşın ,durum bundan ibaret, beni arasınlar dedim.

Nitekim aradılar beni, kayıt yapmaya gelmiş bir aile,muhtemelen uçakta benim yanımda oturan insanlar.Kızları inanılmaz dikkatimi çekmişti zaten davranışları,tam benim yanımda oturan babasına sorduğu ilginç sorularıyla.Telefonda biraz pişkin bir şekilde “ay orası bize çok uzak siz gelseniz ,bavulları değiştirsek“demeye kalkıştılarsa da,ciddiyetle kendi hataları nedeniyle tam 4 saattir konaklayacağım yerde beklemek durumunda kaldığımı,elimde bavul değil,rapor olduğunu ve onsuz bavulu alamayacaklarını duyunca , getireceklerini söylediler.

Bekliyorum bende gelsinler diye. Bu nasıl bir yüzsüzlüktür , pişkinliktir bilmem.Havaalanından aradı bu insanlar beni.Görevli benden onay bekliyor ver dersem verecek,verme dersem vermeyecek.O kadar çirkef bir kadınla karşı karşıyaydım ki telefonda,oğlunun okul kaydı,yurt kaydı,fransa’ya gitsem oraya da mı getireceklermiş gibi ilginç saptamalarıyla sinirimi iyice zıplattı.”Aman al bavulunu defol git “dedim kadına,”o çok aradığın yurduda bulamazsın inşallah” dedim içimden.Tekrar havaalanına gittim,olaylı bavulumu almaya...

Dakika bir gol bir işte:)Bu olumsuzluğa rağmen,tanıştığım teyzeyle “yaşamdan bir kuple ” ve “gezelim,görelim,tanıyalım ” konu başlıkları dahilinde keyifle sohbet ederek ,yaptığımız havaalanı-konaklama mekanı arası havaş turundan inanılmaz mutluluk duydum.

Gaziantep’teki teyzelere oranla buradaki teyzeler fonetik ,cümle kurma,gırtlak yapısı bakımından kulağa çok hoş gelen namelere sahipler.Bakımlılar,nazikler,çok çok farklılar ama bir ortak yönleri var 2 şehrin kadınlarının;cüzdanlarından oğullarının vesikalık fotoğrafını çıkarıp gösteriyorlar…

Çok yoruldum ,çok koşuşturdum ve inanılmaz bir vasıta değişimi yaşadım bugün.Dolmuş,otobüs,minibüs,taksi ne varsa bindim,henüz şehri gezemedim ama ona da adım atacak halim kalmadı gerçekten.

En güzeli tarafıysa insanlar gülüyor,gülümsüyor bu şehirde.2.tur havaalanı dönüşünde ,bavulu aşağı bagaja koymadım,yanıma almak istedim,sürücü bana "neden"diye sordu,bende durumu anlattım.Adana’da yada Antep’te onun konumunda biri olsaydı karşımdaki “hayır aşağı koyacaksın “ diye terslerdi beni,o güldü ve indiğimde de bana gülerek “geçmiş olsun,iyi günler” dedi.

Herşeye rağmen bu şehir güzel,cıvıl cıvıl,bavul karmaşası nedeniyle henüz adımlayamasam da ,otobüs manzarasıyla bile içini açıyor insanın.

Çarşamba, Eylül 02, 2009




Yazmadan geçemeyeceğim,pazar günü sinemaya gittim,izlediğim filmi çok sevdim. Inglourious Basterds ,Soysuzlar Çetesi.Benim birilerinin kafasını gözünü patlatmak,karnını tekmelemek,playstation oynarken en iddialı olduğum Mortal Kombat karakterim Kitana’ya dönüşmek istediğim ,şiddete eğilimli olduğum zamanlarda aynen filmdeki kızları taklit etmek istediğim filmin ,Death Proof’un sahibi,bir ayak fetişisti o,Tarantino.Ve kendine has teknikleriyle yapmış yine yapacağını ,filme bayıldım.

Yaklaşık 2-3 saat içinde “ömür törpüleyen şehir”e uzun zaman sonra ilk kez ayak basacağım ve bu aslında hiç hoşuma gitmiyor.Umarım işim çabuk biterde hemen dönerim.

Bu hafta ,bu evrak toplamaca işleri , sağlık işleri ,koşuşturmaca beni çok yordu,halsiz hissediyorum kendimi.Ve sanırım bir süre daha devam edeceğiz böyle,sürekli şehir değiştirerek,yollar teperek.Yeni yüzler,yeni insanlar,yeni tatlar herşeyin yeni olduğu,yepyeni bir hayat.

Delilik bu,akıl karı değil aslında, ardında bin türlü şey bırakıp ,hiç bilmediğin bir şehre doğru tek başına yola koyulmak…
“Emin olamazsam,geri dönerim” diyor içimdeki ses; sırf düşünmeyi yasakladığım halde ,bana itaat etmeyen beynimin “hayır, hayır, gidemezsin,yapamazsın” diye zıplayan odacığını sakinleştirmek için.

Bana ne gelecekse benden gelsin,ne olacak ki yani, çok çok kendi b.kumda boğulurum işte…

“Don't question why she needs to be so free, she will tell you it's the only way to be”

Pazar, Ağustos 30, 2009




İyi ki can dostumun, Meri ‘nin sesi geldi de dün gece bir başka kıtadan,saatlerce süren konuşma,azarlama,kıkırdama,can kırıkları,battığı yerden çıkmayan cam kırıkları ve msnde kıtalararası sesli / görüntülü olarak nasıl kudurulur,kahkaha ve gözyaşı krizine girilir deneyimimizle ,benim sancım hafifledi,ölü toprağı kokusu kalktı üzerimden.

Birkaç gündür günler güneşli değildi benim gözümde,kendi nefesimle şişirip sıkı sıkı tutmaya çalıştığım umut balonu kayıp gitmiş gibi hissettim parmaklarımın arasından.

Sımsıcak yaz günü içim buz kesti,soğuk,kapkaranlık bir dehliz,insanda sürekli kusma ihtiyacı uyandıran pis kokulu sular.Merdiven altında tek başına günlerce oturmak gibi,banyoda saatlerce kilitli kalmak gibi,ebedi bir ceza gibi.Karanlıktan korkarım ben,kalabalıklar içindeki yalnızlığımdan yoruldum derken yalnızlığa boğulmuştum.Gözyaşı dökülmüyordu göz pınarımdan,yağmur gibi akıyordu durmaksızın.Sevdiğim mevsim,sevdiğim ay yada sevdiğim hiçbir şey yoktu varlığıyla dünyamı aydınlatan.

İyi niyet,güler yüz,heyecanlı hayat,mutluluk oyunu,geleceğin güzel olma ihtimali,hayatın yine ve her şeye rağmen yaşamaya değer güzelliği hepsi hikaye oldu bir anda.Diplere kaymamak,derin sulara dalmamak,depresyona girmemek için tırnaklarımı geçirdiğim toprak ,beni ,varlığımı altına çağırdı yine.Uzun zamandır duyduğum ama duymamazlıktan geldiğim bu ses şiddetini her saniye artırdı,ruhuma yaptığı baskı arttı ,çığlığa dönüştü kulaklarımı tırmalayan.

Niye varım,kime ne faydam var,en önemlisi bu nefret ettiğim,aynalarda bile görmeye tahammül edemediğim bedenin içinde, kendime ne faydam var ki hala nefes alıp veriyorum,varlığımı koruyorum ben yeryüzünde diye düşündürdü beni uzun uzun.

Kendime gücüm yetmiyor bazen benim,düşüncelerime.Dibine kadar yaşamakla,görünmez olmak arasında mekik dokuyor hislerim.En çok kendimle benim kavgam,beni kucaklayacak ,sarıp sarmalayacak,sığınacak bir liman arıyorum ama o limanın içimdeki varlığını unutuyorum daima. Uçurum kenarından da ilerde duruyorum bazen ,uçurumdan sarkmış,kaskatı kesilmiş vücudum sallanıyor rüzgarda ve örselenmiş ,çekiştirilmiş,fazlasıyla hasar görmüş iç dünyam artık yaşasa da hayır gelmez ondan diyorum kendime.

Hiç bitmeyecekmiş gibi başladıklarımın bittiğini defalarca görmek,söylenen sözlerin,defalarca çürütülen tezlerin , hissiz yaşamanın ağırlığı beni koparıyor hayattan,ışığımı söndürüyor,uzuvlarımı hareketsiz bırakıyor,bitkisel hayatta gibi mecburi,dayatma bir var oluşu şart koşuyor bana.
Bazen sımsıkı tutmaya çalıştığım ve sadece 2 parmağını ucundan tutabildiğim bir el ,o 2 parmağını da silkeliyor hoyratça bırakmam için,nereye çarptığını,nelere mal olduğunu görmeden.

Toprakla bütün olmak istiyorum bazen,çürüsün bedenim,uykum derin olsun,ruhum acımasın,kanamasın istiyorum.Derin sularda yüzüyorum,karanlık sokaklarda yürüyorum aylardır bir başıma.gelecek ve geçmişi düşünmekten bugüne ve bazen aklıma mukayyet olamıyormuşum gibi hissediyorum kendimi.

Ama benliğime dair en iyi bildiğim şey ;aslında üst tarafta yapışık yaşadığım,altına sızmaya bir türlü cesaret edemediğim bu topraktan kalkmak için başka bir ele ihtiyacım olmadığı.İstediğim şey tam olarak o ele ulaşma isteğinin beni kendi gücümle yerimden kalkmaya zorlaması,yaşamıma heves ,varlığıma anlam katması ,daha derin bakmak,daha içten gülmek,hayatı bütün gücümle ciğerlerime doldurabilmek için.

İçimde beni kemiren ,parçalayan bir yılanla yaşamaya bile alışmışken hayata sımsıkı tutunuyorum yine de ben.Kimsenin “bebeği”,kimsenin “can”ı ,”canan”ı olamadım belki,koşulsuz sevilmedim,kapris yapamadım,azıcık şımaracak ,rahat davranacak olsam,” al sana” diye kafama bir taş atıp ,kanattılar,kanadığını bile bile ardına bakmadan da uzaklaştılar birkaç kere.Kronik bir hal mi aldı bu acaba acıya alışmak,bunu bir yaşam tarzı olarak mı benimsedim,sevgili yılanımla daha ne kadar yaşayacağımı ,var olacağımı yada ebediyete kavuşacağımı bilememek ,onun insafına kalmış olmak mıydı beni böyle kabullenmiş yapan, bilemedim.

Benim lugatım da bazı sözcükler yoktu zaten , sürüne sürüne geldiği gün ben o sözcükleri atmıştım mecburen ,zaten bu kelimelerin hayalini kurmaya vaktim de olmamıştı henüz.Bazen heveslensem de kendimden bir can yaratmaya,olmayacak hiçbir zaman…

Anlamaya çalışmak kör nokta,anlaşılmayı beklemiyorum artık,azimle anlatmaya da çalışmayacağım …

Perşembe, Ağustos 27, 2009




Öyle sabah uyanır uyanmaz yataktan fırlama
Yarım saat erkene kurulsun saatin.
Kedi gibi gerin, ohh ne güzel yine uyandım diye sevin..
Pencerini aç, yağmur da olsa, fırtına da olsa nefes al derin derin...
Yüzüne su çarpma, adamakıllı yıka yüzünü serin serin...
Geceden hazır olsun, yarın ne giyeceğin.
Ona harcayacağın vakitte bir dilim ekmek kızart,
Çek kızarmış ekmek kokusunu içine,
Bak güzelim kahvaltının keyfine.
Ayakkabıların boyalı olsun, kokun mis,
Önce sana güzel gelsin aynadaki siluetin..

Çık evinden neşeyle, karşına ilk çıkana gülümse, aydınlık bir gün dile.
Sonra koş git işine, dünden, önceki günden,
Hatta daha da eskiden yarım ne kadar işin varsa hepsini tamamla,
Ohhh şöyle bir hafifle
Bir güzel kahve ısmarla kendine,

Seni mutlu eden sesi duymak için "alo "de
Hiç işin olmasada öğle üzeri dışarı çık
Yağmur varsa ıslan, güneş varsa ısın, hatta üşü hava soğuksa...
Yürü, yürürken sağa sola bak, öylesine değil, görerek bak
Çiçek görürsen kokla ,köpek görürsen okşa ,
çocuk görürsen yanağından makas al.

Sonra,şöyle bir düşün, kimler sana yol açtı,
sen çok dar da iken kimler seni ferahlattı,
hani kapını kimsenin çalmadığı günlerde kimler kapını tıklattı?
Ne kadar uzun zamandır aramadın onları değil mi?
Hadi hemen uğrayabilirsen uğra, arayabilirsen ara
Hatırlarını sor, öyle laf olsun diye değil, kucaklar gibi sor..
Bu sadece onların değil, senin de yüreğini ısıtacak,
yüzünde güller açtıracak.

Günün güzeldi değil mi? Akşamın da güzel olsun..
Yemeğin ne olursa olsun, masanda illaki kumaş örtü olsun..
Saklama tabakları, bardakları misafire
Sizden ala misafir mi var bu dünyada
Ailecek kurulun sofraya, öyle acele acele değil,
vazife yapar gibi hiç değil,
Şöyle keyife keyif katar gibi, lezzete lezzet katar gibi,
eksik bıraktıklarını tamamlar gibi tadına var akşamının..
Gece evinde, dostların olsun
Sohbetin yemeğin, kahkahan olsun..
Arkadaşım,
hayat bu daha ne olsun?
Ama en önce ve illa ki sağlık olsun!

Can Yücel

Pazar, Ağustos 23, 2009




Kesinlikle mevsimsel değişiklikler gösteren bir anatomim var benim.Saçlarımın çokluğu,karnımın tokluğu,ruhumun boşluğu mevsimden mevsime değişebiliyor.Kışları deli gibi yiyip,yazları sadece meyve ve dondurmayla beslenebiliyor,yağmur mevsiminde pek dingin,yazları güneş,deniz,rahat kıyafetler etkisiyle pek bir kıpır kıpır olabiliyorum ben.

Vücut ağırlığınız bir hafta önce incecik ,bir hafta sonra gayet odunumsu görünebilecek kadar değişkense,yemek yeme düzeninizi belirleyen şey fizyolojik ihtiyaçlarınız değil,halet-i ruhiyenizse ; kendinize hemen bir terzi bulmanız kaçınılmaz,pantolon daraltmaksa en sık yaptırdığınız işlem oluyor haliyle.

Kollektif çalışan 2 kuzen onlar.Dün çok başka bir işlem için gittim ve ruh halim tamamen değişmiş bir şekilde çıktım yanlarından.O kadar etkilendim ki dünden beri hiç çıkmadı aklımdan.

Birkaç gün önce,yine deli gibi koltuk örtüsü ararken tesadüfen gördüm Y’i yolda.”Neden kapalı işyeriniz ,geliyorum yoksunuz bir sürü dikilecek şey var “dedim,oda ayaküstü özetledi durumu.Söz verdi cumartesi öğleden sonra terziyi açmak için.

Y en fazla 40 yaşında bir kadın.3 oğlu var.Yeni ayrılmış eşinden.Ayrı bir ev kiralamış,çocuklarıyla yeni evinde yaşamaya çalışıyor,çalışıyor diyorum çünkü maddi imkansızlıkları onları yaşıyor sınıfına sokmuyor maalesef.

Ek bir işte çalışmak zorunda olduğu için terziyi açmıyorlarmış günlerdir.Malum Adana yazları cehennem ,insanlar yazlıkta,yaylada,burada olanlarda gündüz hep klimalı ortamlarda ,kimse burnunun ucunu çıkarmıyor dışarı,haliyle biçki,dikiş,tadilatta olmuyor Y’in dikmesi için.

Y ‘in ekürisi N ise tamamen k.çını kaldırmadığı için ,hava çok sıcak,Y gelmiyor tek başıma açamam ,bu sıcakta kimse gelmez gibi aptal nedenlerden tabi Y’e göre maddi olarak gayet rahat yaşıyor olmanın etkisiyle de açmıyormuş işyerini.

Daha önce görmüştüm aslında Y'i yüzünde morluklarla , çarptım demişti,hatırlıyorum.Dün gittiğimdeyse herhalde birileriyle konuşmaya çok ihtiyacı vardı ki ;gözlerinden yaşlarla,dudaklarından kelimeler birlikte döküldüler .

Eşinin belirli bir işi yok ama geçimlerini sağlayacak kadar maddi gücü varmış işte.Ama dayanamamış Y daha fazla hem çocuklarının,hem kendinin bedenine ve en çokta psikolojisine uygulanan baskılara,zihinlerine bir ömürlük kazınan bu trajediye.

Aynen şöyle söyledi bana,”Maddi olarak rahattım ama her gün dayak, çocuklarımı yerden yere atıyordu, komşulara ,apartmana rezil oluyorduk,şimdi maddi olarak rezillik çekiyoruz belki ama öyle de rezillik,böyle de.Buna razıyım çocuklarım rahat uyuyor,tekmesiz ,tokatsız yaşıyorlar.

Kelimelerin kifayetsiz olduğu yer bu nokta benim için.Okula giden 3 evladıyla yaşam mücadelesi veren bir kadın.Ruhlarının rengini tahmin edemesem de , o güzel mor rengin yakışmadığı tek yer; bir annenin ve çocuklarının,eş ve baba şiddetine maruz kalmış yüzleri ve bedeni...

Pazartesi, Ağustos 17, 2009



Ben sende ardı arkası kesilmeyen bir korku sevdim.
Ben bir cüce çocuk sevdim sende sıska.
Şiddetli ve hayret uyandıran manevralarla kendi kanına olan saplantılı aşkını sevdim.
O rutubet kokan loş yüzündeki kanalizasyonları,
az kelimeyle kurduğun cümlelerdeki gizli soru işaretlerini,
barlardan çatlak bardak gibi atılmayı beklemeni,
serserice patlamalarını,
yuttuğun toplu iğneleri ve bir film hilesi hissi uyandıran utangaç hasret pozlarını sevdim.
Dokunamadım sana. Parmak uçlarım neşterdi çünkü.
Kırılan bir kemiğin sesiyle veda ederken,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Perşembe, Ağustos 13, 2009





13,08,1983

Hep çok sevmişimdir tarih belirtilerek yazılan yazıları,bende şimdi fırsatını bulmuşken yazıvereyim dedim:)

Annem ve babam Adana’nın bir ilçesinde yaşıyorlar babamın görevi nedeniyle.Bulunduğumuz yerde hastane yok,sağlık ocağı var.Dünyaya gözlerini yeni açan çocuklar,ilk göz temasını jinekolog ünvanıyla değil,ebe teyzelerle kuruyor o zamanlar.Babam pek hassas benim dünyaya gelişimle ilgili ,beni ebe teyzelere teslim etmek istemiyor.En yakın hastane Osmaniye’de, annemi sancılar arasında çekiştire çekiştire götürüyor gecenin bir vakti ve ben açıyorum gözlerimi dünyaya.2100 gr ağırlığımla,minyatür gibi bir şeyim,o kadar küçüğüm ki minderin üstünde kucaklarına alıyorlar beni,kayıp düşmemem için.

1980 sonrası kuşaktanım ve 70-80 döneminin etkilerini fazlasıyla taşıyan bir genetik yapıdan geliyorum ya, iki ismim var benim.O çok uzun ama her zaman çok sevdiğim soyadımın başına eklenen 2 isim , Anadolu Lisesi,Özel Okullar,ÖSS , ALES,KPSS vb. OSYM bünyesindeki sınavlarda kodlama esnasında başıma ne kadar dert olacağı , 1 saniyenin önemi varken 22 harfi kodlamanın ne kadar zaman kaybettireceği tabi ki hesaplanmadan konulmuş bana.

Ailemin politik görüşünün anında mimlenebildiği ismim her zaman baskın çıktı ilkokul yıllarımda,arkadaşlarım bilmezdi ama anne- babaları bilirdi ismimin ne anlam ifade ettiğini.1980 sonrası çocukları işte;siyasete bulaştırılmadan büyütülmeye çalışılmış,son birkaç yıldır şu 2-3 diziyle birlikte o yıllardan haberdar olabilmiş,bunları da sanki gerçek değil kurgu izler gibi izlemiş,şanssız kuşağız belki de.

Yinede eğlenceli geçti çocukluğum herkesin çocukluğu gibi,Adana’da babaların birlikte çalıştığı kuruma ait lojmanda büyümek,yaz tatili,bayram,seyran özel günlerde klan halinde anneannenin evinde toplanmak,hiçbir zaman tanıyamadığım uzaktan akraba yaşlı teyzelerin “gurban olurum” naraları arasında hiç sevmediğim el öpme ve öpüşme seansları,kurban bayramlarında yapılan toplu katliamı seyredememek,ilkokulda herkesin alacak gücü olamayabilir diye beslenme olarak okula muz götürmemek,doğum günlerini sırf masrafa girmesinler,hediye almasınlar diye konu,komşuya son dakikada haber vermek hassasiyetiyle geçti benim çocukluğum…

İzole değil ama önyargısız büyütmeye çalışılmış,anne ve babamın çok kardeş olmaları nedeniyle 2 uçsuz ,bucaksız ailenin tüm bireyleri tarafından geçmişle ilgili fazlasıyla aydınlatılmış,Kahramanmaraş bağlantısı nedeniyle o yıllarda yaşamasam da konuya tamamen hakim olabilmiş ama aynı zamanda da popüler kültür denen anı ve günü yaşamak kavramlarının bir parçası olmuş,anneannesinin mutfağına döktüğü 5lt.zeytinyağıyla çocukluğunda ki yaramazlığı bugün bile polemik yaratan,annemin ilk kuşu,evin büyüğü,sadece kardeşimin değil arkadaşlarımın ve hatta sevgililerimin de ablasıyım ben.

Havadan adam yorumumla babamın sevgisini kazanmış, bana havadan adamın babam aracılığıyla kış mevsiminde nestle,yaz mevsiminde panda yolladığına inanmış,6 yaşına kadar biberonla süt içmiş,Bizimkiler ve Susam Sokağı izlemiş,”körfez savaşı-ruffles-pembe saat” üçlüsünü kafasında hep bir arada tutmuş, et ve sebzeyi bir arada barındıran tüm yemekler,çilekli süt,meyveli topkek, pırasa,bamyadan uzak durmaya daha o yıllarda kendine söz vermiş,çocukluğunda omuzlarda taşınmış,sevgiye boğulmuş,
2 ayrı dünyanın,birbiriyle bağdaşmayan etkilerine maruz kaldığını ergenlikte fark etmiş,dengesi bozulmuş,kendini aramış,aradıkça kaybolmuş,kayboldukça bulmuş,yalnız ve kalabalık ,hayata bağlı ve her şeye rağmen yinede mutlu…

Doğum günleri hem hüzün,hem mutluluk ve nedense hep bir beklenti duygusu uyandıran günlerdir ya herkes için,bende böyle hissediyorum şimdi.26 yaş büyük mü,yoksa küçük mü karar veremedim, çıkış yolunu kafa yormamakta buldum.İstediğim gibi bir iş sahibi olabildiğim,dolu ve anlamlı bir ömür diliyorum kendime,başka bir dileğim olmaksızın.Adam Smith’in görünmeyen eli yardımıyla, piyasa kendiliğinden dengeye gelecektir nasıl olsa:)

Aynı gün dünyaya gözlerimizi açtığımız, Fidel Alejandro Castro Ruz, İktisadi düşünceler tarihi derslerinin bana hediyesi Karl Liebknecht,ismini duyduğumda aklıma anında North by Northwest gelen Alfred Hitchcock ve ben B.İ.G ,sizler gibi kendi gitse de adı kalanlardan olmak dileğiyle,yeryüzünde ki varlığımız kutlu olsun…

Çarşamba, Ağustos 12, 2009




Hiç yazmak gelmiyor günlerdir içimden.Oysa ki söyleyecek tırlar dolusu lafım,yakınacak,muhalefet olacak yada aykırılık yapacak bin tane dünya meselem vardır her zaman benim.

Yok, bu "arafta kalma",“kapı eşiğinde durma “ durumu bir süre daha bitmeyecek.Aidiyetsiz,yersiz,yurtsuz,kalakaldım böyle uykum bile huzursuz.Ömür törpüleyen şehri değil ama gerçekten minik evimi özledim.

Ben kendime hendek atlatmaya çalışırken,Türkiye gerçeklerini unutmuşum.Son hendeğe gelmişim, takılıp düşmüşüm,tabi neler olduğunu öğrenince de düştüğüm yerde çakılı kaldım,varlığından bu ara şüpheye düştüğüm aklım ,bir türlü almıyor olanları.Normal, sade bir vatandaş gibi davranmanın kime,ne faydası olmuş ki bugüne kadar bana olsun.

Aile hekimliği denen zımbırtı uygulanmaya başlandığı ilk zamanlarda ,benimde rapora ihtiyacım olduğu için sağlık ocağına gitmiştim.İşlemler esnasında sağlık karnemi eline alması gereken, doktorda dahil her çalışan,bana soyadımı gördükten sonra ,benimde babam yıllardır sağlık sektörüne emek vermiş biri olduğundan,”Sen … bey’in nesi oluyorsun?” ,sorusunu yöneltmiş,”Kızıyım “cevabıyla ,”Aaa! Niye daha önce söylemedin,sıraya girmezdin,bekletmezdik seni “cevabını almış,” Sorun değil ,ben beklerim “yanıtıyla karşılaştıklarında , “Şu enayiye bak” cümlesini gözlerinden okumuşumdur.

Kafa yok bende,farklı çalışıyor benim mekanizmalarım,yapamıyorum,başka insanların hakkını gasp etmiş gibi hissediyorum kendimi.Bu hendek atlayamama meselesini ,gerçekten ilk defa birşeyin olmasını çok istediğim için,çok çok çok üzülerek ,sonsuza dek kapatıyorum.Her gecenin bir sabahı var nasıl olsa...

Bir yaz çocuğu olarak benim için en güzel mevsim şimdi;tatil,deniz,güneş...İnsanlar tatile gidiyorlar, çevremde bir Bozcaada furyası.Annem,babam, Buka’m …Onlar dinlene dursun ,fazlasıyla hak ettiler .Ama ben o kadar çok dinlendim ki ,dinlenmekten yoruldum adeta.

Yine de umutsuz değilim hiç.Şu anda bulunduğum şehirden çok uzakta,aynı topraklarda ama ismi ,kokusu,dokusu,geçmişi farklı bir şehirde,kendi deyimiyle “yoğun bir sıvının içinde,ağır ağır yaşıyor”.Kaf dağından çıktı geldi bir gün ,hayaller aleminden ve öyle bir geldi ki ruhuma,gözyaşları iyileştiren zümrüd-ü anka gibi;aldığım soluk boğazımda hiçbir engele takılmıyor artık,dün unutuldu,gün aydınlandı,yüzüme hiç geçmeyen aptal bir tebessüm yerleşti.

Günler geçtikçe gerçeğe dönüştü masal kuşu,süper kahraman oldu,ete,kemiğe büründü,güzel sesi duyuldu.Uykusuna,neşesine,hırçınlığına,üstünde taşıdığı gökkuşağının binbir rengine şahit oldum ve kim bilir daha nelere olacağım...

Ona koşup sarılma isteğim o kadar ağır basıyor ki,belirsizlik bazen yorsa da ,beni o kadar heyecanlı kılıyor ki,tırnaklarımı geçirip tutunmak istiyorum hayata,savaşmaya gücüm var,yeniden yazmaya ve eninde sonunda kazanmaya umudum var.

Hem belki bir gün bizde gideriz Bozcaada’ya birlikte,o benim rehberim olur,ikimizin de hiç gitmediği Karadeniz’e ve onun hiç gitmediği, benimde her adımını ezbere bildiğim Güneydoğu turuna.Ve hatta çok istediğim Mykonos ve Santorini ’ye de.İyi ki geldi ,hiç gitmesin…

Perşembe, Temmuz 30, 2009




Çarşamba günü itibariyle ;kafamı pek meşgul hayatımı da son derece boş ve uçurum kenarında kılan istihdama dahil olabilme çabalarımın 3. aşamasını da atlatmış bulunuyorum.Klasik , diken üstünde bir mülakattan çok, karşımda oturan pek yakışıklı İK sorumlusuyla karşılıklı 1.5 saat bol kahkahalı bir sohbet gibiydi. İş yaşamında hayran olduğum 3 kadından 2 ‘si olan Güler Sabancı ve Arzuhan Doğan Yalçındağ’ dan,perakende sektöründe Türkiye genelinde marka dağılımından,ömrümün törpüsü şehirden,global ekonomik krizden,geçmişten ,gelecekten dem vurduk ve cidden çok güldük.

Döndür çevir tekrar aynısını sor ,kafasını karıştır,bakalım düşecek mi tarzı, çapraz sorularla beni yaylım ateşi altına alan,kişiliğimin envanter,muhasebe ve bilumum defter kayıtlarını tutmaya çalışan test sonucumda olumluysa ,4. hendeğe erişmiş bulunacağım.Sırası gelmişken çaresiz ,söylenecek söz bulunamayan zamanların kelimelerini sıralayabilirim şimdi;hayırlısı,kader,kısmet,nasip etc….

Artık hayatımın sonuna kadar bulaşık,ütü,ev işi,yemek vb. ev ve kadını ortak bir kümede kesiştiren hiçbir eylemi gerçekleştirmek istemiyorum.Radyoları yada yerel TV kanallarını arayıp canlı yayına katılan, Türk kızlarının icat ettiği yeni bir meslek dalı olan housegirl olma durumu fena boğdu beni.

Önceden yaptığımda ekstra bir durum olduğu için beğenilerini ,teşekkürlerle dile getiren aile bireyleri,şimdi birgün bir şeyi aksatsam surat asar hale geldiler.Bu zorunlu hissetme durumu da beni her zaman büyük bir zevkle yaptığım yemekler ve hazırladığım sofralardan koşar adım uzaklaşır hale getirdi.Ömrümün sonuna kadar reddediyorum ev ve kadın işleri kesişim kümesinin kapsamına girmeyi ….

Öyle bir zaman dilimi ki şu an yaşadığım hayatımdan her an çalıyor ama bana hiçbir şey katmıyor.Kapı eşiğinde durmak,arada kalmak,ait olmamak,hiçbir odada bulunmamak gibi….Araf işte bu;Ucu ve sonu bilinemeyen bekleme,duraklama ,dinlendirmeyen bir nadas dönemi….

Çok şey vardı aklımda aslında yazacak ,günlerdir ne çok şey oluyor güzel ülkemde…Ama benim aklım bir karış havada ,toparlayamıyorum cümleleri.3 G,Urumçi Türkleri,torunu yaşında kızla evlenen iş adamı,Kürt açılımı,domuz gribi söylentili Devlet bakanı,Mersin’de üst üste 2 kaza,Adli tıp skandalı…

Yaşasın Dumansız Hava Sahası : Bu iktidarın, beni mutlu kılan tek faaliyeti.Evet farkındayım ,belki çok adil değil,özgürlük kısıtlayıcı tamamen IV.Murat zihniyetiyle yapılmış gibi…Ama mutluyum ,hayatı boyunca her zaman sigaradan nefret etmiş,5 yaşından itibaren annesinin sigara paketlerini balkondan aşağı atmış,sigaralarını kırmış,annesi sigarayı yakar yakmaz yaygarayı basmış,ciyaklaması ve azmiyle annesini pes ettirmiş,kardeşini de eninde sonunda içmeyenlere dahil etmeye kararlı biri olarak ,çok mutluyum bu dumansız hava sahası olayından…

Akciğerleri sadece dışarıdan aldığı kadarıyla sigara dumanına maruz kalmış,en sevdiği teyzesi yanında ,sigarasını yaktığı an tayy-i mekan eden,sigara kokusuna tahammül edemeyen,asla ve asla sigara içen bir sevgili istemeyen ben ;yeryüzünde ki 25 yıllık varlığım süresince,ilk defa bir yasağa sırf adı yasak olduğu için uyuz olmamış,can-ı gönülden desteklemiş bulunmaktayım…

Son 2 hafta sonumun birini Ankara’da,birini de yaylada geçirdim.Beni her zaman çok bunaltan Ankara bu kez bana çok iyi geldi.Uzun zamandır görülmeyenler,on-line tanışılanlar ama hiç görülmemişler ve yeni insanlar….Efes Pilsen’de staj yapmak ve bira sevmemek tezatlığını bünyemde barındırmama rağmen,2 gün içinde fazlasıyla bira tüketmiş ,hatta 2. akşam bira üstü votkayla süper bir uyku çekmiş,bu kendinde olmama durumundan çoooookta keyif almış, en kısa zamanda, uygun ortam ve uygun kalabalık dahilinde tekrarlamayı planlamaktayım.

Salı, Temmuz 28, 2009

misss birgün saçlarının kokusunu gerçekten duyacak mıyım?



Belki güneş bi gün ikimiz için doğar
Belki korkuları hayallerimiz boğar
O masal günü gelinceye kadar
Susuyorum , susuyorum
Susadıkça yüzün düşer aklıma
Korkar oldum düşlemekten
Adını anarım çoğalır sesim
Konuşmaktan düşünmekten özlemekten

Gel bak bir elimde gökyüzü var hala
Ötekinde kayıp giden yıldızlar la la
Korkularda benim umutlarda
Beni bırakma...

Salı, Temmuz 21, 2009

görünmeyeni görünenden çıkar...



ÖSS tercihi yapacaklar gibi işte önümde 3 üniversitenin sosyal bilimler enstitüleri web sayfaları harıl harıl sorularımı yanıtlayacak bir bilgi arıyorum.Ön kayıt ,sınav,kesin kayıt tarihleri,harçlar,istenen belgeler,kontenjanlar,başvuru şartları,o kadar düzensiz,karışık ki bilgiler,hiçbir şey anlamadım.


Sırf yabancı dil sınavını geçemediği için akademik ünvanı harcanan yıllara rağmen inatla sabit kalan,hiyerarşi sıralamasında maalesef alt sıralarda yer alan hocalara istinaden ,günden güne değişen kanunlar,sonu gelmeyen kurallarla boğuşuyorum birkaç saattir.Tezli yüksek lisansta ÜDS puanı istiyor fakat tezsiz de istemiyor mu,çift yandal var mı,hangi bölüm mezunu hangi alanda yüksek lisans yapabiliyor,sorularıma cevap bulamadım,hatta bildiklerimin doğruluğundan kuşku duyar oldum.

Telefona sarılacağım mecburen.Hadi buradaki üniversiteye giderim ama diğer şehir çok uzak! Cismiyle ,canlı canlı karşısında duran öğrencilerin sorularına bile cevap vermeyen,konuşmaya tenezzül etmeyen,hiç meşgul olmadığı halde -müş gibi yapan, pek muhterem öğrenci işleri çalışanlarının insafına kalacağım işte,belki olur ya boş bir anına denk gelip,bir gaflette bulunup açarlarsa telefonu diye.

Ankara’da geçirdiğimiz 3 gün boyunca, her bulduğu fırsatta yanıma gelip muhakkak gitmelisin,bu deneyimi yaşamalısın,ilerde buna fırsatın olmayacak diye sürekli beni gaza getirmeye ,teşvik etmeye çalışan D’nin gazını gelmek ; dün gece ve bugün içimi kaplayan boşluk,aitsizlik duygusunu çekip giderek hayata geçirmek istiyorum.Sadece beni bunaltan bu şehirden değil ,bu topraktan gitmek,anadilimden uzaklaşmak,bilmediğim ve hiç anlamadığım dillerin konuşulduğu başka karalara ayak basma isteğim var.

Nobel Ekonomi Ödüllü Wassily Leontief ‘in kulaklarını çınlata çınlata çalıştığımız,kendimizi paralayarak öğrendiğimiz ,3. Dünya ülkeleriyle,zengin sanayi ülkeleri arasındaki dengesizliğe bile çözüm getirmiş, pek etkili analizi bile çözüm bulmuyor input,output dengesinin mümkün olamadığı hayatlara.

Kılıç kuşanmaya,karşı koymaya takatim yok gibi hissediyorum bugün,üstüme yığılan kocaman gerçeklerin arasından kalkacak gücü bulamadım bu saate kadar, bir “Görünmez El “de ben bekledim belki “Kara Perşembe” misali.Bana da mecburen A.Smith ve F.Quesnay belirsizliğini hala koruyan, her gün tekrarlatılarak beynimize kazınan liberalizm mottosu kaldı yüksek sesle tekrarlamak üzere: Laissez Faire, Laissez Passer…

Perşembe, Temmuz 16, 2009

Issız Adam'a ilk günden uyuzdum artık Örümcek Adam'da mevta benim için...




Guardını hiç düşürmemeliydin belki de.Kanatsız uçmayı denedin,bir süre uçtun,sonunda tepe üstü çakıldın işte. Biriktirdiklerini ,bir bir öğrendiklerini hiçe saydırdı bu çıplak duruş sana,belleğini devre dışı bıraktırdı.Fazla açık ,net olmak ,temkinli davranmamak yanlış adımlar attırdı,bir çizik daha attı,yaraladı zaten birçok kez teklemiş olan kalbini.

Yine de çok yüklenme kendine ,yaşamak bu işte;mutluluk kadar acıyı da iliklerinde hissedebilmek , hata üstüne hata yapmak,heyecana kaptırmak ruhunu ,beynini işlevsiz bırakıp ,hareket etmek.Kırılmalısın,üzülmelisin,bitkisel hayatta gibi hissetmelisin ki kendini; mutluluğun,iç rahatlığıyla gülebilmenin,dünyanın mutlu ve renkli yarısında koşabilmenin kıymetini bilesin.

Sen yine de metanetli ol, hayata bakışın değişmesin, yaşananlar ne olursa olsun umutsuz olma,gerçek sevgi bir gün seni bulacaktır.Duruşuna güven hayatta,kendi iç sesine kulak ver daima,yalan söyleyen,inciten insanlar yaşama sevincini söndürmesin.Bu onların zaferi olur.

Başkasının mutsuzluğuyla mutlu olan,bir damla göz yaşına kıyabilen,bin bir yalan söyleyen,duygularını kullanmaya çalışan ,sinsi davranan,”benim de bir haremim olsun” mantalitesini benimsemiş,kalbi ve hayatı dolu olan ama boşmuş gibi davranan,ne hissettiği her gün değişiyor gibi görünen ama aslında hiçbir şey hissetmeyen insanlardan uzak dur!

Bu berraklığın,doğruluğun ve sevme hevesinin farkına varamamış onlar. Yeni sayfalarda ,yeni hikayeler yazmak istemememiş, elini tutman için sana uzatma cesaretini gösterememiş,egoları ağır basmış,gerçeklere boğulmuş ,her adımı özgürlük kısıtlamak olarak algılamış ,maksimum sorgulamış insanlar.

Sarıp sarmalamak,ellerini ellerine kenetlemek,asla unutmak değil ama geçmişin, bugün ve gelecek üzerinde ki etkilerini silip sadece anıya dönüşmesini sağlamak,sevgiye boğulmak,en çokta gülmek istemişsin sen;öküz altında buzağı aramış, sadece boş zamanını doldurmuş,seni itmiş,kıyamam diye diye hırpalamış,incitmiş.Bunları yaparken de zerre kadar umurunda olmamış bir nefesi nasıl da soluksuz bıraktığı.

Senin farklı sandığın herkes gibiymiş,derin değil,sıradanmış,hissizmiş.Havaalanında ki karşılama seramonisi , hayal edilen danslar,çatı katı balkonunda içilen şaraplar,açılan mor çiçekler … Senin inandıkların onun gözünde sadece ütopik saçmalıklarmış ve bunlara inanmakta yapılabilecek en büyük aptallık.
Gerginlik anı senin bir an önce geçmesini istediğin,varlığına tahammül edemediğin birşeyken,onun üstüne uyuması gereken,canı istemediği için telefonlarını açmamasının sebebiymiş.

Uzak dur işte;hayatını anlamsızlaştırır onlar,yaşama sevincinden çalarlar,vakit kaybettirir,yüzüne bir çizgi daha ekler gün be gün,kalbini tekletir,mutsuzluğa iter seni.

Canın yansa ,uykuların kaçsa ,nefes boruna bir yumruk oturmuş ;ne öldürüyor ne rahat bir nefes aldırıyor gibi hissetsen de hep gülümse ,gözlerin çizgi haline gelsin ve bakan herkes şaşırsın nasıl böyle olabiliyor diye,dik dur,inadına gülümse,elmacık kemiklerin daha da belirginleşsin,yanakların gibi hayatında pembe olsun...

Senin dünyan dumanlarla kaplı , is rengi şimdi ama bir düşün ;hangi acı geçmez ki bu hayatta ,kimler unutulmaz ki …

Ozon tabakası,global ısınma,savaşlar,seller,depremler,ekonomik kriz,genetik kopyalama ,nano teknoloji derken çocukluğumuzdan beri sevdiğimiz ve inanmak istediğimiz,iyilerin dostu ,kötülerin düşmanı , süper kahramanlar ‘da evrim geçirdi ,artık onlar dünya ve insanların mutluluğu için değil,mutsuzluğu için çalışıyorlar.İnancımı yitirdim onlara.Kabul et ,onlarda herkes gibi insan işte,tuvalet ,duş,yemek,cinsellik vb. birçok ihtiyaçları var ,bize her ne kadar, bu sözde süper kahramanları yüceltmek adına bu yönleri gösterilmese de.

Ve sadede gelelim ,2 seçenek kalıyor geriye

1-Anneanne ve akranı çok görmüş,çok geçirmiş aile büyüklerinin sözlerine kulak ver; "Kendi sevdiğinle değil, seni sevenle birlikte ol".Yaşın henüz geçmemiş,bitli baklanın kör alıcısı bulunurken;Şöyle eş ,dost,akraba çevresinden,soyu sopu belli,ailesinin hali vakti yerinde,helal süt emmiş,görgülü,ay pek de terbiyeli,saygılı,diş hekimi,inşaat mühendisi,en azından bankacı biriyle vakit kaybetmeden baş göz ol.Evinin kadını,çocuklarının anası ol,pilav pişir,alt değiştir,saçını da süpürge et.Kadının hayatta ki yegane görevlerini yerini getir.Görücü usulü denen Türk toplumu gerçeğine sende boyun ey ve hatta kendi hayatın üzerinde uygulamalı olarak katkıda bulun...

2-Yaşamının son anına dek,1 ileri 3 geri giderek,kahkaha ve gözyaşını bir arada barındırabilen,kırılarak dökülerek,severek,sevilerek,damarlarında ki kanın aktığını,kalbinin bedeninden dışarı fırlayacakmış gibi attığını hissederek yaşa,yaşamın gökkuşağının bütün renklerine boyansın.O kadar dolu,renkli yaşa,farklı renkleri karıştır ki birbirine, belki gökkuşağına yepyeni bir renk,dünyaya güzel can,bir bebiş eklersin...
B.

Pazartesi, Temmuz 13, 2009

dinime küfreden müslüman olsa...



Geçen cumartesi benim için çok önemli bir sınava girmiştim.Ve sorulardan biri şuydu; “harika çocuklar yasası” çıkarılarak ,dönemin cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından devlet bursuyla yurtdışına müzik eğitimi almak için gönderilen ünlü piyanist kimdir?
Harika çocuklar,bugün 2 kadın.Biri piyano çalıyor,biri de keman.İdil Biret ve Suna Kan.

Ve 12 Temmuz 2009.İdil Biret konseriyle ilgili haberle şok oldum.Bu kadar başarılı,değerli,Türkiye’yi dünyaya tanıtmış,yetenekli ve yıllar önce ,Türkiye Cumhuriyet’i yeni kurulduğu zamanlarda devlet erkanının fark edebildiği ve destek olduğu gerçek bir sanatçıya,bugün 2009 Türkiye’sinde konserleri basılarak,ilginç propogandalar yapılarak,suçlamalara hedef gösterilerek,teşekkür ediliyordu.Mukaddes avlusunda şarap küstahlığı olarak adlandırılmıştı , konuklara ikram edilen şarap ve konser.

Kendi düşüncesi dışında her şeye muhalefet olmak değil midir asıl küstahlık,kendi doğrularını baskıyla,zor kullanarak uygulatmaya ,kabul ettirmeye çalışmak,insanların seçimlerine ,yaşamlarına hoşgörüsüz olmak.Bütün dinlerin temelinde,hoşgörü ve sevgi yok mudur?İnsanın tanrıya karşı sorumluluğu sadece kendine ait ,ibadet tanrıyla kul arasında değil midir? Bir insanın canını yakmak, özellikle de canını almak affedilmeyecek en büyük günah değil midir?Din bir gerginlik,kavga aracı mıdır istenildiği an kullanılması gereken?

İnsan olan,beyni,kalbi,vicdanı olan hiç kimse ırk,din,millet ayırt etmeden insan yada hayvan başka bir canlının acı çekmesine,ölmesine,üzülmesine dayanamaz.Bu Şincan Uygur Özerk Bölgesi’ndeki Uygur Türkleri içinde,Afrikalı,Iraklı,Ermeni,Filistinli,Çinli,Rus,Gürcü,Uzaylı yada Dünyalı farketmeksizin insan olan yada nefes alan herşey için geçerlidir.

Asıl mantık dışı ve bir o kadar da trajikomik olan,bu tepkiyi gösterenler, insanlıktan bihaber ,elini vicdanına koymamış, Sivas’ta kendi milletinden insanları diri diri yakmış, Kahramanmaraş’ta ,daha yakın zamanda Malatya’da insanları katletmiş ve Türk tarihine bu kanlı ,yüz kızartıcı olayları miras bırakmamışlar mıdır? Kendi tarihlerini kana bulamamışlar mıdır?

Bu zihniyete göre ,bir canlının katledilmemesi için adının,etnik kökenin, başında yada sonunda muhakkak Türk kelimesinin geçmesi mi gerekmektedir.Kılınan kaç namaz yada içilmeyen kaç kadeh şarap affettirir ,haddi olmadan,haksız yere alınan canların günahını?Bayrakların üzerinde namaz kılacak kadar dinini savunanların, Tanrı’nın verdiği canı Tanrı’dan başka hiç kimsenin almaya hakkı olmadığını bilmesi gerekmez mi?

Osmanlı İmparatorluğu’nun büyüklüğü,gücü,kudreti ve tarihteki önemiyle övünmeyen hiç kimse yoktur bu topraklarda.Ama bu bazı hatalarımız olduğunu yada o mukaddes saraylar içinde dahi yanlış uygulamalar olduğunu göz ardı edebileceğimiz anlamına gelmez.Taht kavgaları,çarpık ilişkiler,entrikalar hayatımızın gerçeğidir.Her krallık, her ülke ve her iktidarın bunlarla muhakkak yüzyüze geldiği göz ardı edilemez.

Kurt dumanlı havayı seviyor işte… Kendi ideolojilerine bile ters düşen ,ortalık karıştırmak , huzursuzluk yaratmak dışında kendine bir amaç edinememiş ,dini ve Türklüğü, aykırılıklarına kılıf yapanlar; Türk’lüğün dünyadaki en iyi temsilcilerinden birini alkışlamaları gerekirken protesto etmişlerdir.Sürdürülebilir cehalet ve inadına sabit fikirlilik; her atılımın ve ilerlemenin önünde duran ,asla aşılmayacak dağlardır.

Amacı ;Fikri hür ,vicdanı hür ,başı dik bir millet yaratmak,hem yurtta ,hem cihanda barışı sağlamak olan ATAM’ın ,bu uğurda canlarını feda edenlerin kemikleri sızlıyor şimdi.

Bir kez gönül yıktınısa
Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil

Bir gönülü yaptın ise
Er eteğin tuttun ise
Bir kez hayır ettin ise
Binde bir ise az değil
“Yunus Emre”

Cuma, Temmuz 10, 2009

Cook Yourself To Yourself



















Kendi aramızda sürekli hayıflandığımız ve güldüğümüz bir şey bu.Eğer ÖSS tercih formuna ucundan köşesinden yada en sonuncu olarak yazdıysanız,hatta yazıp sildiyseniz bile kesin gelir.Bu şehrin mıknatıs gibi manyetik bir etkisi var.

Etrafımda aynı Anadolu lisesinden mezun olduğum arkadaşım ve ben dışında ÖSS’ ye ilk girişinde oraya gelen yoktu ve biz şoktaydık.Gördüğümüz yer karşısında yaşama hevesimiz söndü ,etraftakilerin “biz 3 yılımızda geldik buraya” cümleleriyle yüzümüze kalıcı bir mutsuzluk yerleşti, ve kocaman bir zaman dilimi geçti orda.Genel olarak baktığımda bana kattıklarını,öğrendiklerimi hiçbir şeye değişemem şu hayatta.

Geride 2 can arkadaşımdan başka birşey yok beni “Ömrümün Törpüsü”ne bağlayan.Biri ,Doğu’nun Paris’i olarak adlandırılan bu naçizane şehirde ,İİBF mezunlarının kaçınılmaz sonu bankacılık sektöründe istihdam etmekte, diğeri evlendiği için ömrünün sonuna dek eşinin soy ağacının köklerini ,katlayarak sürdürecek orada.

Şans buydu işte yada yazgı.Çok zaman sonra lise 3 teyken yaptığım sıralamayı gördüm,bir kitabımın arkasında.Evet şehir sıralamasıydı bu,üniversite için gidebileceğim 5 şehri yazmıştım.Bütün ÖSS adayları gibi tabi ki 3 büyükler ,sonra hometown ve en sonda da “Ömür Törpüsü”.İnanamamıştım,oraya gitmeyi ben istemiştim.Ben yapmamıştım,bilinçaltım yapmıştı bunu bana….

İlk zamanlarımızda hiçbir anlam veremediğiniz ilginç kelimeler, çıkan garip sesler,kulak tırmalayan fonetik yapısı,normalde yapılamayacak kadar zor ağız,dudak ve çene hareketleri ,baskın bir artikülasyon ama zaman her şeye çare işte, zamanla bizim için kronik ve normal bir hal aldı bu farklı Türkçe, karşıdaki “leP” demeden “lePlebi “yi anlar hale geldik zaten.

Yurdumun tüm üniversitelerini tavaf etmiş olan gezici kütüphanenin , gözlüklü , donuk görevlisinin bile yaşam belirtisi olmayan suratında bazı hayret ifadeleri yaratmayı başarmıştı nazi kampımız,”bütün üniversitelerde herkes en az 2 kişilik gruplar halinde geliyor,burada niye hepiniz tek tek geliyorsunuz” sorusunu sordurmuştu işte.

Yalnızdık ve mutsuzduk , belki de mutsuz olup yakınmak,sorumsuzluğumuzu “ömür törpüsü” ne mal etmek işimizi kolaylaştırıyordu.Önceden başka bir üniversitenin kampüsüyken, sonraları bağımsızlığını ilan etmişti ama sistem aynıydı ve bunla övünülüyordu.Tabi biz öğrencilerde boş durmuyorduk, bu övgüyü lehimize kullanmakta,”ben zaten o kapasitede olsam ,o üniversitede okurdum” diyerek,kılıf buluyorduk kendi boşvermişliğimize.

Bir şehirde su yoksa nefes alamıyorum ben.Keşke şöyle göldür,denizdir bir su birikintisi olsa da canım sıkılınca kıyısına gitsem,azıcık açılsam ferahlasam dediğim ,ama içinde su akıntısı değil su sızıntısı barındıran bir toprak parçasıydı işte.Alleben gibi, ruhumu da kurutmuştu.

Çok savaştım , cebelleştim kendimle ,alışayım,seveyim diye ama nafile.Bana göre değildi ,sadece erkek arkadaşın varsa şehir merkezine gidip alışveriş yapabilmek ve bu yüzden yanında, normalde tahammül edemeyeceğin tarzda bir adamla ,sürekli gezmek zorunda olmak ;üniversiteye 1 saat uzaklıkta ki otogara gidebilme eziyetine birde hayvani boyutlardaki bavullar dahil olunca erkek arkadaşı kaçınılmaz bir ihtiyaç görmek.

Kebap kentinde büyümüş biri olarak , kebap ve rakı aynı masadadır ,birbirinden bağımsız düşünülemez benim için.Restaurantlar genelde içkisiz,üniversiteyle şehir de birbirinden kopuktu.Üniversite gençliği,otobüste 5 çocuğuyla evinde oturmayıp,klan halinde gezmeye giden teyzelere yer vermeyen, aile terbiyesi almamış çocuklardı onlar için.

Tek sosyal aktivite ; yerli halkın DNA’larına işlemiş , genetik olarak nesilden nesile geçebilen çok başarılı satış,pazarlama teknikleriyle; tüm Türkiye’yi hatta başka diyarları kendinden haberdar eden mutfak kültürleriydi.Buda üniversiteye binbir hayallerle gitmiş,ama gördüğü manzara karşısında şoka girmiş zavallı öğrencinin bedenine minimum 10 kg takviye etmesi anlamına gelmekteydi.

10 kg ve üzeri ekstra yük ; Yemeklerin güzelliğinden olabileceği gibi,yemekleri çok yağlı ve karmaşık bulanların kendini fast fooda vermesinden de olabilmekteydi.Üniversite sonrası ailenizi ilk ziyaretinizde annenizin”kızım parmaklarına noldu,hepsi dolma gibi olmuş” şeklinde haykırması da işin trajik bir boyutuydu tabi.

Herşeye rağmen takdire şayandır benim gözümde bu şehrin insanları. Aşıktır , tutkundur hepsi kendi topraklarına , geleneklerine.Hırslıdır,çalışkandır hepsi.Ticari zekaları , kültürlerini kendileri unutmadıkları gibi dünyaya pazarlama yeteneklerini de beraberinde getirir.Kendilerini ,benliklerini kaybetmeden yenilerler.Sizi ,farkettirmeden onlardan yaparlar.Türkiye’de ilkleri başarmayı ,ön planda olmayı severler.Mutfak Müzesi,En büyük hayvanat bahçesi,her şeyin “EN” ve “İLK”i.

Yurtdışında ki fuarlara ,ziyaretçi olarak kabul edilmeyen Türklerin yegane sebebidir bu şehrin organize sanayi çalışanları. Menüsünde sadece rehber ve mesajlar olan cep telefonunu da onlar yapmış, insan üstü bir kopyalayıp ,yapıştırma dehasına sahip beyinleriyle, yurtdışı fuarlarının tehlikeli kitlesi olarak mimlenmişlerdir .

Yurt denen yerde yaşamak başlı başına yorucuydu ve eziyetliydi benim gibi aykırı bir insan için.Işık açıkken uyuyamaz ,biri kapıyı açsa,hatta uyurken hareket etse uyanırdım ben.Kendime daha çok gıcık olurdum bu kadar hassas olduğum için.

Sadece güvenlik görevlisi işlevi görsün diye bir erkek arkadaş edinmediğimden çok geç saatlere kadar dışarıda olmayı alışkanlık haline getirmemiştim,hoş getirsem de yapacak birşey yoktu dışarda ama sırf kural olduğu için uyuz oldum 23:00’ te kızların içeri girme zorunluluğuna.Her hafta cuma 3 saat uzaklıkta ki aileme koştum ve geri dönmek istemedim.

Baktım hayat ve derslerin ucu kaçmakta,geçen zaman beni burada daha çok çürütmekte,kendi başıma 1 oda + 1 banyo + 1 balkon stüdyomu kiraladım,bağımsızlığımı ilan ettim.Kendi küçük krallığımın kraliçesiydim artık.Aptal kurallar,ışıktı,saatinin alarmıydı,saçma şeylerle uğraşmayacaktım.Ve transcriptim üniversite hayatımın maksimumunu gördü bu dönemde.

Hayat tabi ki boş durup , başarımı seyretmedi ,başka çelmeler taktı,türlü engeller çıkardı karşıma ,kendince yöntemler denedi ama bu savaşın galibi ben oldum sonunda ve bitti…

Çeşit çeşit insanlar , yemek tarifleri , ne ilginç değerler,bilgiler kattın sen hayatıma “Ömür Törpüleyen Şehir”.Sadece ömrümü törpülemedin,beni de yonttun,gün be gün işledin,yukardan bakan ne varsa hepsini düşürdün aşağı,sivri olan ne varsa aldın götürdün,yordun,yoğurdun,yaktın,pişirdin;iliklerime işledin,sabrı ,nezaketi ,hayatı öğrettin.

Bakırcılar Çarşısı’nda ki ceviz sandıklar , sedef tavlalar , nargileler, hepsi emek emek işlenmiş bakırlar,gümüşler, ipek kutnular ,dünyanın en güzel baharatları en keyifli yanın benim hayatımda ki.Bakmaya kıyamadığım ve almaya doyamadığım güzellikler hepsi.

Herkes öğrenciliğini özlermiş ama ben yine de özlemiyorum seni , diplomamı almam lazım ama ayaklarım geri geri gidiyor,henüz hazır değilim demek ki seninle yüzyüze gelmeye.

Annem “birlikte gidelim,diplomanı alır, güzel bir yemek yer ,döneriz” diyor .Bu teklif bile, seni cezbedici kılmıyor benim gözümde , dillere destan yemeklerin bile al senin olsun , senin dilinle “SEN SAĞA PİŞİR, SEN SAĞA YİE”….

Salı, Temmuz 07, 2009

na zdrowie !




Hislerimin Aynası Blogum ,

07.07.07 Eymir.Bu tarih aklımda böyle kalmış Bülent Ersoy’un evlendiği gündür aynı zamanda)

İçinde su birikintisi olmayan bir şehir daha.Corvus,Roll House,Rembetiko ,7. Cadde hatta Mango Outlet bile paklamaz beni.Mogan yada Eymir’de değilsek boğuyor beni başkent.Tıpkı içinde 3 karış genişlikte foseptik çukuru edasıyla akan dillere destan Alleben’iyle “Ömür Törpüleyen Şehir “gibi.

Eymir klasiği ; bira,balık ekmek sonrası yenen, bencil çiftin tamamen kendi damak zevkleri doğrultusunda Liva’dan alınmış “pürenbuazlı” pasta.Anlamsız ama zoraki anlam yüklenmeye çalışılan bir kutlama,bencil çifte ait hiç bitmeyen kavga ve hepimize ait deklanşör sesleri…

Fakru zaruret içinde harap ve bitap düşmüş ruhlar,aşkın sevgiye dönüşmesinin normalliğini kabullenememiş ,adrenalin isteği ağır basmış,rotasını şaşırmış,dengesini kaybetmiş,nasıl olsa “o benim malım” mantığıyla relaks davranmış ve bazı sabahlara yanında başka kadınlarla uyanmış adamlar…

"kalbimde kalbine yok bile kinim
bence artik sen de herkes gibisin" "Nazım Hikmet"

Çocuk olmadan kadın olmuş,tenine yada bedenine ,kendi söz hakkı olmadan aldığı her türlü darbeyi kabullenmek zorunda kalmış ,”kadının yeri kocasının yanıdır” felsefesiyle yetiştirilmiş ,yeryüzüne gelişinin anlamını kavrayamamış,kendinde çekip gidecek gücü bulamamış bütün kadınlara yazıyorum bu yazımı,yurtdışında ,özelliklede Türkleri farklı boyutuyla tanıyan Almanya’da benim ısrarla maruz kaldığım bekaret,tecavüz ve namus cinayetleri sorularına,kızımın maruz kalmamasını umut ederek.

Endüstri devrimi olmamış , hava,su,çevre,gürültü ve bilumum kirliliklerin adı konmamış,hormonlu,yapay yiyeceklerle tanışmamış ,ardı arkası kesilmeyen, insan hayatını kolaylaştıran ama kısaltan,kalitesini artırdığı kadar da bozan teknolojik unsurlar icat edilememiş,doğa tahrip olmamış,insaoğlu pc başında yalnızlığına boğulmamış , aşklar sanal değil göz gözeyken,mevsimlerin yeri değişmemiş,su kaynakları kıt kaynaklar kategorisine henüz dahil olmamış, tabiat olaylarının hepsi kurulmuş saat gibi kendi zamanı ve mekanı dahilinde tıkır tıkır işlerken,biyolojik saatlerimiz bozulmamışken;yeryüzündeki bütün kadınlarının menstrual dönemi aynı güne,dolunay’a denk gelmekteydi.

Bu mucizevi dakiklik, tabi ki devam etmemekte, ama yinede kadınların menstrual dönemleri yine dolunay etrafında dalgalanmaktadır.
Sadece kadın değil ,bütün varlıkların halet-i ruhiyesi değişir ayın ışık topu gibi gökyüzünde parladığı bu zamanda .Canlılarda içten içe ona özenir; hareketsiz, statik bir hal alırlar,agresif, mutsuz hissederler kendilerini.

Er kişinin anlayamadığı ,” ayda bir dönemi”, dişinin de kendine daima sorun ettiği ,varlığı da ,yokluğu da dert bir zaman dilimidir.Ama yinede kirlenmek değildir adı , anne olabilmenin yegane koşuludur çünkü.Dayanıklılığımızın,hayatın zorluklarına direnmenin ,tutunmanın sembolüdür.En büyük yetenektir aylarca kendi içinde minicik bir canı taşıyabilmek,büyütebilmek.Annelik ,dişiye verilmiş bir kutsamadır aslında.Canından can var etmek annenin rejenerasyonu , anatomisi dahilindeki tüm doku ve hücrelerin baştan aşağı yenilenmesidir.

Menstruasyonun mucizeviliğini fark eden birçok kültür ve ritüel,kadın ve ay arasında korelasyon kurmuş ,farklı metalarla bunları ilişkilendirmiştir.Kızılderililerin çocukluktan ,genç kızlığa adım atılan günleri şölenlerle kutlaması ,Hindular perilerin şarabı yada zeka kanı olarak adlandırması da bundandır.

Dedelerimizin erken göçüp gitmesi, anneannelerimizin torunlarıyla daha uzun zaman dünya üzerinde vakit geçirebilmeleri,erkeğin çok yorulup kadının boş oturmasından değil , kadının benliğine armağan edilmiş dişiliğinin, gücündendir.
Dayanıklıdır kadın , acıya, yokluğa,fiziksel ve psikolojik baskı altında bile hayatını ve özelliklede çocuklarının hayatını idame ettirebilme yeteneğine sahiptir. Binbir acıyla yeni bir can yaratabilen bedeni kadar , ruhuda güçlüdür, başkaldırır hayata.

Kanunlar, yasalar aracılığıyla gücü elinden alınmaya, saklanmaya ,susmaya ,varlığından utanmaya itilse de kadının kuvveti ve kudreti engel tanımaz.

Yanlış öğrenilenler, gelenekçilik,”biz atamızdan dedemizden böyle gördük” zihniyeti , gelişmeyi,ilerlemeyi ve kadının adının yok sayılmasının sebebidir oysa.
Haksızlık görmek , mutsuzlukla tanışmak ,yanlış yapmak,üzmek,üzülmek , ayrılmak,boşanmak,doğum ve ölüm hepimizin tuvalinde,ruhumuzu zaman zaman karanlıklara boğan,benliğimizi siyahlara,grilere bürüyen,bizi kontrol edemediğimiz bir rüzgarla dik yamaçlara,sarp kayalıklara sürükleyen renklerdir.
Sadece yaşamının sürdürülebilirliği yada konforu için bir erkeğin himayesi altında olmak sadece kadının kendisine değil karşısındaki er kişiye de yaptığı bir haksızlıktır.

Kurallarını kendi koyarak yaşamayı başarabilen, tökezlese de kalkmayı becerebilen, ruhunu tekrar tekrar örseletmeyen , yaralarını gün be gün iyileştirebilen ,çekip gitmeyi,ardında bırakmayı, sıfırlamayı ,silmeyi, inatla ve azimle ;her seferinde daha büyük bir heyecanla yeniden yazabilen,bir homo sapiensin hissedebileceği bütün duyguları hayatına katmayı,sadece gözyaşıyla değil ,bakışı ,dokunuşu,sesiyle de iyileştirebilmeyi,küllerinden doğmayı , en az ağladığı kadar gülmeyi başarabilen ,kaderine razı olmayan,boyun eğmeyen,yeryüzünün engebeli dağlık arazisinde,keskin virajlarında,uçurum kenarlarında dahi kontrolü elden bırakmayan,kendi olmadığı gibi hemcinslerini de esir etmeyen,sevgiye ve aşka varlığını adamış kadınlardan olmak dileğiyle,kanamaya ve yaşamaya devam etmekten mutluyum, şimdilik bir başıma , özgürce …

Ey gönlüm.seni bütün kuytulardan kurtardım.
üzerinden tozları.
örümcekleri ve alacakaranlığı sildim.

Ey gönlüm.seni küçük utançtan ve
kuytular erdeminden arıttım. seni
güneşin önünde çıplak durmaya kandırdım.

Kabaran denizin üstünden estim“ruh” denen fırtınayla. bütün bulutları
üflüyerek kovdum ordan ”günah”denen boğucuyu bile boğdum .

Ey gönlüm.sana fırtına gibi “hayır” deme açık göğün evet demesi gibi
"Evet" deme hakkını verdim:
ışık gibi durgun durursun işte yadsıyan fırtınalar içinden geçersin.

Ey gönlüm.her türlü boyun eğmeyi ve diz kırmayı ve “Efendim”demeyi
elinden aldım.sana “Zorunluluğa boyun eğdiren” ve “Yazgı”
adlarını ben taktım.
“F.W. Nietzsche”