Cuma, Temmuz 10, 2009

Cook Yourself To Yourself



















Kendi aramızda sürekli hayıflandığımız ve güldüğümüz bir şey bu.Eğer ÖSS tercih formuna ucundan köşesinden yada en sonuncu olarak yazdıysanız,hatta yazıp sildiyseniz bile kesin gelir.Bu şehrin mıknatıs gibi manyetik bir etkisi var.

Etrafımda aynı Anadolu lisesinden mezun olduğum arkadaşım ve ben dışında ÖSS’ ye ilk girişinde oraya gelen yoktu ve biz şoktaydık.Gördüğümüz yer karşısında yaşama hevesimiz söndü ,etraftakilerin “biz 3 yılımızda geldik buraya” cümleleriyle yüzümüze kalıcı bir mutsuzluk yerleşti, ve kocaman bir zaman dilimi geçti orda.Genel olarak baktığımda bana kattıklarını,öğrendiklerimi hiçbir şeye değişemem şu hayatta.

Geride 2 can arkadaşımdan başka birşey yok beni “Ömrümün Törpüsü”ne bağlayan.Biri ,Doğu’nun Paris’i olarak adlandırılan bu naçizane şehirde ,İİBF mezunlarının kaçınılmaz sonu bankacılık sektöründe istihdam etmekte, diğeri evlendiği için ömrünün sonuna dek eşinin soy ağacının köklerini ,katlayarak sürdürecek orada.

Şans buydu işte yada yazgı.Çok zaman sonra lise 3 teyken yaptığım sıralamayı gördüm,bir kitabımın arkasında.Evet şehir sıralamasıydı bu,üniversite için gidebileceğim 5 şehri yazmıştım.Bütün ÖSS adayları gibi tabi ki 3 büyükler ,sonra hometown ve en sonda da “Ömür Törpüsü”.İnanamamıştım,oraya gitmeyi ben istemiştim.Ben yapmamıştım,bilinçaltım yapmıştı bunu bana….

İlk zamanlarımızda hiçbir anlam veremediğiniz ilginç kelimeler, çıkan garip sesler,kulak tırmalayan fonetik yapısı,normalde yapılamayacak kadar zor ağız,dudak ve çene hareketleri ,baskın bir artikülasyon ama zaman her şeye çare işte, zamanla bizim için kronik ve normal bir hal aldı bu farklı Türkçe, karşıdaki “leP” demeden “lePlebi “yi anlar hale geldik zaten.

Yurdumun tüm üniversitelerini tavaf etmiş olan gezici kütüphanenin , gözlüklü , donuk görevlisinin bile yaşam belirtisi olmayan suratında bazı hayret ifadeleri yaratmayı başarmıştı nazi kampımız,”bütün üniversitelerde herkes en az 2 kişilik gruplar halinde geliyor,burada niye hepiniz tek tek geliyorsunuz” sorusunu sordurmuştu işte.

Yalnızdık ve mutsuzduk , belki de mutsuz olup yakınmak,sorumsuzluğumuzu “ömür törpüsü” ne mal etmek işimizi kolaylaştırıyordu.Önceden başka bir üniversitenin kampüsüyken, sonraları bağımsızlığını ilan etmişti ama sistem aynıydı ve bunla övünülüyordu.Tabi biz öğrencilerde boş durmuyorduk, bu övgüyü lehimize kullanmakta,”ben zaten o kapasitede olsam ,o üniversitede okurdum” diyerek,kılıf buluyorduk kendi boşvermişliğimize.

Bir şehirde su yoksa nefes alamıyorum ben.Keşke şöyle göldür,denizdir bir su birikintisi olsa da canım sıkılınca kıyısına gitsem,azıcık açılsam ferahlasam dediğim ,ama içinde su akıntısı değil su sızıntısı barındıran bir toprak parçasıydı işte.Alleben gibi, ruhumu da kurutmuştu.

Çok savaştım , cebelleştim kendimle ,alışayım,seveyim diye ama nafile.Bana göre değildi ,sadece erkek arkadaşın varsa şehir merkezine gidip alışveriş yapabilmek ve bu yüzden yanında, normalde tahammül edemeyeceğin tarzda bir adamla ,sürekli gezmek zorunda olmak ;üniversiteye 1 saat uzaklıkta ki otogara gidebilme eziyetine birde hayvani boyutlardaki bavullar dahil olunca erkek arkadaşı kaçınılmaz bir ihtiyaç görmek.

Kebap kentinde büyümüş biri olarak , kebap ve rakı aynı masadadır ,birbirinden bağımsız düşünülemez benim için.Restaurantlar genelde içkisiz,üniversiteyle şehir de birbirinden kopuktu.Üniversite gençliği,otobüste 5 çocuğuyla evinde oturmayıp,klan halinde gezmeye giden teyzelere yer vermeyen, aile terbiyesi almamış çocuklardı onlar için.

Tek sosyal aktivite ; yerli halkın DNA’larına işlemiş , genetik olarak nesilden nesile geçebilen çok başarılı satış,pazarlama teknikleriyle; tüm Türkiye’yi hatta başka diyarları kendinden haberdar eden mutfak kültürleriydi.Buda üniversiteye binbir hayallerle gitmiş,ama gördüğü manzara karşısında şoka girmiş zavallı öğrencinin bedenine minimum 10 kg takviye etmesi anlamına gelmekteydi.

10 kg ve üzeri ekstra yük ; Yemeklerin güzelliğinden olabileceği gibi,yemekleri çok yağlı ve karmaşık bulanların kendini fast fooda vermesinden de olabilmekteydi.Üniversite sonrası ailenizi ilk ziyaretinizde annenizin”kızım parmaklarına noldu,hepsi dolma gibi olmuş” şeklinde haykırması da işin trajik bir boyutuydu tabi.

Herşeye rağmen takdire şayandır benim gözümde bu şehrin insanları. Aşıktır , tutkundur hepsi kendi topraklarına , geleneklerine.Hırslıdır,çalışkandır hepsi.Ticari zekaları , kültürlerini kendileri unutmadıkları gibi dünyaya pazarlama yeteneklerini de beraberinde getirir.Kendilerini ,benliklerini kaybetmeden yenilerler.Sizi ,farkettirmeden onlardan yaparlar.Türkiye’de ilkleri başarmayı ,ön planda olmayı severler.Mutfak Müzesi,En büyük hayvanat bahçesi,her şeyin “EN” ve “İLK”i.

Yurtdışında ki fuarlara ,ziyaretçi olarak kabul edilmeyen Türklerin yegane sebebidir bu şehrin organize sanayi çalışanları. Menüsünde sadece rehber ve mesajlar olan cep telefonunu da onlar yapmış, insan üstü bir kopyalayıp ,yapıştırma dehasına sahip beyinleriyle, yurtdışı fuarlarının tehlikeli kitlesi olarak mimlenmişlerdir .

Yurt denen yerde yaşamak başlı başına yorucuydu ve eziyetliydi benim gibi aykırı bir insan için.Işık açıkken uyuyamaz ,biri kapıyı açsa,hatta uyurken hareket etse uyanırdım ben.Kendime daha çok gıcık olurdum bu kadar hassas olduğum için.

Sadece güvenlik görevlisi işlevi görsün diye bir erkek arkadaş edinmediğimden çok geç saatlere kadar dışarıda olmayı alışkanlık haline getirmemiştim,hoş getirsem de yapacak birşey yoktu dışarda ama sırf kural olduğu için uyuz oldum 23:00’ te kızların içeri girme zorunluluğuna.Her hafta cuma 3 saat uzaklıkta ki aileme koştum ve geri dönmek istemedim.

Baktım hayat ve derslerin ucu kaçmakta,geçen zaman beni burada daha çok çürütmekte,kendi başıma 1 oda + 1 banyo + 1 balkon stüdyomu kiraladım,bağımsızlığımı ilan ettim.Kendi küçük krallığımın kraliçesiydim artık.Aptal kurallar,ışıktı,saatinin alarmıydı,saçma şeylerle uğraşmayacaktım.Ve transcriptim üniversite hayatımın maksimumunu gördü bu dönemde.

Hayat tabi ki boş durup , başarımı seyretmedi ,başka çelmeler taktı,türlü engeller çıkardı karşıma ,kendince yöntemler denedi ama bu savaşın galibi ben oldum sonunda ve bitti…

Çeşit çeşit insanlar , yemek tarifleri , ne ilginç değerler,bilgiler kattın sen hayatıma “Ömür Törpüleyen Şehir”.Sadece ömrümü törpülemedin,beni de yonttun,gün be gün işledin,yukardan bakan ne varsa hepsini düşürdün aşağı,sivri olan ne varsa aldın götürdün,yordun,yoğurdun,yaktın,pişirdin;iliklerime işledin,sabrı ,nezaketi ,hayatı öğrettin.

Bakırcılar Çarşısı’nda ki ceviz sandıklar , sedef tavlalar , nargileler, hepsi emek emek işlenmiş bakırlar,gümüşler, ipek kutnular ,dünyanın en güzel baharatları en keyifli yanın benim hayatımda ki.Bakmaya kıyamadığım ve almaya doyamadığım güzellikler hepsi.

Herkes öğrenciliğini özlermiş ama ben yine de özlemiyorum seni , diplomamı almam lazım ama ayaklarım geri geri gidiyor,henüz hazır değilim demek ki seninle yüzyüze gelmeye.

Annem “birlikte gidelim,diplomanı alır, güzel bir yemek yer ,döneriz” diyor .Bu teklif bile, seni cezbedici kılmıyor benim gözümde , dillere destan yemeklerin bile al senin olsun , senin dilinle “SEN SAĞA PİŞİR, SEN SAĞA YİE”….

Hiç yorum yok: